Pazar, Temmuz 25, 2010

bu gün korktuğun anlar döner nazik poponda patlar...



O yirmili yaşlarında, kiminin genç kız, kiminin genç kadın, kiminin karı diye tabir ettiği cinsten. Tüm hemcinsleri gibi mantığını duygularıyla birleştiremiyor ve yaşadığı her anı son derece ciddiye alıyor. Üç gün hiç tanımadığı bir adamla birlikte yaşıyor, her anlamda çok yoğun duygular hissediyor hatta bir ara aşık olduğunu bile düşünüyor. Üç günün sonunda peri masalı bitiyor, evli evine köylü köyüne. Ancak masal bitmeden bu masalın ilerideki bölümleri hakkında hiç konuşulmuyor, aralarında geçenlerin ne olduğunu bile soramıyor kız, korkuyor. Korkusundan arkada kalmayı kabul ediyor.

"- Korktuğum şey reddedilmek değildi, zaten bunu göze çoktan almıştım. Benim korkum onu tamamen kaybetmekti, hayatımın içinde bir daha hiçbir şekilde yer almayacağını duyma korkusuydu beni susturan."


20li yaşlardaysanız ve aşık olabilecek kadar sağlıklıysanız korku krallığına hoş geldiniz. Bu krallığa 2 ile başlayan yaşlarla girilir, 3 ile başlayan yaşlara ulaştığınız anda arka kapıdan çıkarsınız, tek başınıza veya bir çift olarak. İnsanların ev kurduğu, aile olduğu, veya bir bok olamadığı yaşlar bunlar, gelecek hayatın temellerini burada atıyoruz. Eğer bu temel işini de birazcık ciddiye alıyorsak her adımda korkudan altımıza ediyoruz. Ciddiye almayıp keyif içinde geçirenler ileride pek bir halt olamıyorlar, ciddiye alıp her keyfinin içine biraz kafa karışıklığı biraz korku ekleyenler de ileride pek bir bok olamıyorlar. Bir bok olmanın tek şartı biraz şans kanımca.

Biraz düşünün. Hayatta ne kadar çok anı kaybediyoruz korkarak ? Ne kadar çok güzelliğe sırt çeviriyoruz içimizdeki deli saçması korku yüzünden ? Yaşanılması gereken pek çok şey yarım yamalak yaşanıyor bu korkularla, bazıları hiç yaşanmıyor/yaşanamıyor. Üstelik bir şeylerin baştan savma yaşanmış olması/hiç yaşanmamış olması cebimize çantamıza boş bulunan her yerimize bir sürü "belki - keşke"cikler dolduruyor. Yanımıza kalanlar korku içinde yaşanan güzel anlar ve bir yığın belki - keşke.

Bazen bundan ders de çıkarıyoruz utanmaz gibi. "Bir sonrakinde korkmayacağım, dürüst olacağım, anı yaşayacağım etc." naralarıyla yeniliklere yelken açıyoruz. Seferden taze "belki - keşke"ciklerle dönüyoruz. Ha evet, bir de hayat dersi, +1 puan. Oyh.

Bir insanı korkuyla yönetebilirsiniz. Duyguların içinde en diktatör olanıdır korku , zaten tarihteki diktatörler korkuyu kullanmışlar, huzuru değil. Korku öyle bir duygu ki, kanınıza girdikten sonra tüm yönetimi ele geçiriyor. Alsa yapmam dediğin ne varsa yaptırıyor sana suratında alaycı bir gülümsemeyle, parmağında oynatıyor ya seni. Korkuyla karşılaşınca kimisi yalan söylüyor sürekli (ki dürüst olmaya ne yeminler içmişti), kimisi her emre itaat ediyor köle gibi (ki özgür olmaya ne yeminler içmişti), kimisi kendinden korkacak derecede paranoyaklaşıyor hatta obsesyon baş gösteriyor bünyesinde (ki son derece mantıklı biriydi), kimisi kendi değerinden vazgeçiyor, çarpık ilişkiler kuruyor (ki eski halini tanısaydınız takdir ederdiniz). Ama her bünyenin verdiği tepki temelde aynı ; kendinden vazgeçmek/kendini çiğnemek.

Hayattan zevk almayı engelliyor korku, hayatı yaşamanı -olduğu/olması gerektiği gibi yaşamanı- imkansız hale getiriyor. Korktuğun anda aslında yaşayabileceğin mükemmel anlardan vazgeçiyorsun. Korkunla yüzyüze gelmektense hayallerini kaybetmeyi tercih ediyorsun. Aradan gerçekleri görmene yetecek kadar zaman geçiyor, "amma dangalakmışım" diyorsun, ama o arada iş işten de geçiyor.

Hayatı güzel ve doya doya yaşayabilmenin tek şartının birazcık cesaret olduğunu hiç bilmezdim.
Bazen kelleyi koltuğa almak "belki-keşke" demekten daha iyidir kanımca ha ?



Bu görsel Suzanne Woolcott'a aittir. Kişinin dA galerisinden tanıtım amaçlı alınmıştır.

3 yorum:

zey0zey dedi ki...

güzelmişş

dif dedi ki...

teşekkür ederim :)

Adsız dedi ki...

"He who fears he shall suffer, already suffers what he fears." --Michel de Montaigne

Related Posts with Thumbnails