Çarşamba, Mayıs 18, 2011

adalet-i huriye...



Size artık neyden bahsetsem bilmiyorum.

Kısa bir süre önce aşıktım, şimdiyse içi boş bir karton kutu gibiyim. Yani evet, aslında hala aşığım, ama içi boş bir karton kutunun aşkında bahse değer nasıl bir şiirsellik bulabiliriz ki ?

Benden çok uzakta birileri bir benzetme yapıyor ve beni alnımın ortasından vuruyor.
Çok yakınımda birileri alelade bir karar alıyor ve ben geri kalan zamanımı kalbime -ki çok yakın zamanda hortlamıştı, hatırlarsınız- saplanan bıçakları çıkarmaya çalışarak geçiriyorum.

Sahip olduğum tüm kelimeler, kurabildiğim tüm cümleler seninle birlikte gitmiş olabilir, ama yerlerine yenileri gelecek.

Son bir kaç gündür zamanımın çoğunu cinayet planları yaparak geçiriyorum. Planlarımdan arta kalan zamanda da kendime komplolar düzenliyorum. Buruk bir sevinçle belirtmek isterim ki, henüz bunların hiçbiri başarıya ulaşamadı.

Sokaktaki sarılı beyazlı kedi bile benden daha bilinçli. Apartmana ne zaman girip ne zaman çıkacağını biliyor, gereksiz miyavlamıyor ve asla binaya tuvaletini yapmıyor.

Bir gün biri gelir, bilincinizin içine sıçar, ve gider. Siz hayatı adaletsizlikle suçlayamazsınız.

Bir bükülüp bir genişleyen zaman. Zaman bana katil, benim hala hayallerim var.

Hayır, tamamen yanlış anlıyorsun. Olay aptal olmam veya olmamam değil. Ben hayatta kalabilmek için kendimi kandırıyorum. Bana söylediklerini antilop avındaki çitaya söylesen önce seni avlar. Adam orada hayatta kalmaya çalışıyor, seni mi dinleyecek ?

Yıldızlara kurduğum salıncağım kimsenin umrunda değil. 
Geçen Ay'a yerleşmeye karar verdim, kimse oralı olmadı. Mutant olmaya karar verdiğimde de ciddiye alan olmamıştı zaten. Evde kurt beslemek istiyorum, sallayan yok. Finallere çalışmasam hepsi ağzıma vurur ama.

Olasılıklar evreni aklımı başımdan alıyor.

Şu an muhtemelen bir paralel evrende hepinizi öpüyorum.

Pazar, Mayıs 15, 2011

katty'nin intiharı...

Derinlerden kopup gelmiş üç beş çığlığın seni sen yapmasını bekliyorsun. Umutsuzca bekliyorsun. Umarsızca bekliyorsun.
Daha çok beklersin.
Hayır, gelmeyecek onlar. "Çok acele, çok önemli." diye yolladığın kargo paketinin içindeydiler, çoktan vazgeçtiğin ruhunun yanında.
Hayır, gelmeyecekler. Seni o kadar sevmediler çünkü.

Yoldan geçen üç beş adamın sana senin veremediğin değeri vermeleri için debeleniyorsun. O adamlar ki trene bakan öküzden daha anlamsız, derine yapışan üç beş sülükten farksızlar. Onların seni fark etmeleri için çırpınıyorsun, çırpındıkça batıyorsun.
Hayır, yeterince dibe batamıyorsun. Batabilseydin, belki çıkardın da.

Aynı tere batmış yataktan çıkan üç beş melek annelik kokuyor, kokularına sığınıyorsun. Ağırlığına tahammül edemeyip de kaçtığın o ter her yerlerine bulaşmış, öğürmekten aklını kaçırıyorsun.
Yine de sığınıyorsun. Gidecek bir yerin yok çünkü.
Geriye kendini bile bırakmadan yaktın az önce terk ettiğin bedeni, unuttun mu ?

Az önce yolda düşürdüğün cüzdanının içinde üç beş bozukluk vardı, yol paran olabilecek kalitede. Çok peşinden koştun o evcil görünümlü etobur yaratığın, yolda düşürdüklerinin haddi hesabı yok. Dönüp kendi yüzüne bakacak cesaretin yok.
Biliyorsun ki, kimse seni senden daha ağır yargılayamaz. İçinde kurulan mahkemelerin yargıçlarını oy birliğiyle seçtiniz.
Eve dönecek kadar kepaze olamadın daha, biraz daha utanman lazım yalnızlığından.
Yalnızlığının çokluğundan.
Yalayabileceğin kadar güzel tüküremedin daha.

Açık bir camdan içeri atılan taş gibi ürkütüyor seni varlığı. Var olabilme olasılığı. Halbuki nasıl da güzel masalların vardı kendine anlattığın. Nasıl da güzel sonlar yazmıştın o masallara.
Ona anlattıkların sadece bir avuç kusmuktan ibaret. Halbuki nasıl da güzel kokuyordu saçları.
Nasıl da iğrençleştin söz konusu onun gelmesi olunca.

Sarmaşık desenli bir halıda son koşusunu yapan örümceği göremedin, öyleyse mutluluğu hak etmiyorsun.
Kendine olan yaklaşımın bir kestane ağacı zararlısına olan yaklaşımından farksızken, sevmek üzerine konferanslar düzenleyebilecek olman tiksindiriyor beni. Suratının ortasına kusmak istiyorum.

Bir yerlerde üç beş adam baba kesilmişler başına, aile meclisini kuruyorlar. Kendi kanunlarına göre yargılanırsan, sonuç infaz.
Kendi cezanı kendin kesemezsin, kalemi kırmaktan bile acizken.

Birileri uzaklardan varlığına övgüler düzüyor, birileri dört yanını sarmış kafanı beceriyor. Kendi kendini tüketip yok olmakta bile başarısızsın. Varlığınla duyduğun övünç kimilerinin gözlerini yaşartıyor.

Tüm bunları bir zamanlar üç beş kalp kırdın diye hak etmedin. Seni insanlığından çıkarıp bir küfür yığınına çevirmelerine izin verebildiğin için üzerine sürmek istiyorum pis kanımı.


Cumartesi, Mayıs 14, 2011

yıl 2011'di ve ben, aşık olmaktan bahsediyordum...




Henüz hala 23 yaşındaydım, 24'ü doldurmama daha üç koca ay vardı. Ve ben, aşık olmaktan bahsediyordum.

Masamın başında oturuyordum, daha her şeyin başındaydım. Nasıl yapacağımı bilmiyordum, ortada bir şekilde geçmesi gereken bir hafta iki gün beş saat yirmi üç dakika ve otuz beş saniye vardı. Ve bunların hepsi benim ömrümden gidecekti, ama o sırada buna çok da aldırmıyordum.
Aslında o an olmak istediğim zaman diliminden başka pek bir şeye aldırdığım söylenemezdi.
Saat gecenin 02.37'siydi ve ben, umarsızca aşık olmaktan bahsediyordum.

Elimde saman kağıdından bir dosya, koyu kırmızı bir deri koltukta uyukluyordum. Yanımdaki her şeyden daha değerli yaşlı kadın için endişeliydim ve o, bu endişelerimi gidermek şöyle dursun, olası bir korkunç geleceği gözümde daha iyi canlandırabilmem için konuşmak suretiyle çabalıyordu. Sabah kahvaltıda kurşun yemiş olmalıydım, zira midemin ağırlığı altında eziliyordum. Beyaz önlüklü çılgın bir adam sıramızın geldiğini söyleyerek bizi içeri davet ettiğinde kendisinden midemi yıkamasını rica etmeye karar vermiştim.
"- Korkulacak hiçbir şey yok, üç ay sonra bu tahlilleri tekrar yaptırıp gelin." dedi beyaz önlüklü çılgın adam. Boynuna sarılıp öpmek istedim kendisini.
Günlerden görüntülerin tekrar yerlerine oturduğu gündü ve ben, hala aşık olmaktan bahsediyordum.

Oturduğumuz çimenlerin ıslaklığı konusunda şüpheliydim ancak alerjimin ulaştığı nokta şüphe götürmez nitelikteydi. İçime koşarak hoş gelen huzur mu daha güzeldi, yoksa O'nun gözlerinden dökülen ufak yıldızlar mı bilmiyordum. Muhtemelen O da, o sırada kuramadığım cümlelerimin mi daha saçma, yoksa oynayıp durduğum ağaç dalının mı daha anlamsız olduğuna karar vermeye çalışıyordu. Önemli değildi, anlam yoksunluğu çocukluktan beri muzdarip olduğum bir hastalıktı ve evet, maalesef tedavisi mümkün değildi.
Sesi içime ılık ılık akarken ben tüm gücümle o anı beynime kazımaya çalışıyordum. Daha sonra ihtiyacım olacağını bilmeden.
Bir olasılıklar evreninde yaşadığımız için şükrediyor ve durmaksızın aşık olmaktan bahsediyordum.

"- Hissedemedim." dedi.
Yeni bir şaşkınlık krizinin geldiğini hissetmeme rağmen, o kadar da aldırmadım. Son bir kaç ayda bu şaşkınlık krizlerine çok alışmıştım, önümüzdeki bir kaç ayın sonunda bağışıklık kazanacak olmam olasıydı. Tek sorun, birisi nedensizce odadaki oksijeni kesmişti ve akciğerlerimdeki mevcut oksijenle toplasan on saniye daha yaşardım. Ama bu da büyük bir sorun değildi, zira son bir kaç ayda bu ani oksijen kesintilerine alışmıştım. Yeterince çabalarsam oksijensiz yaşayabileceğime olan inancım tamdı.
Ama birisi gerçekten odadaki oksijeni kesmişti ve ben, bir geri zekalıya yakışacak şekilde inatla aşık olmaktan bahsediyordum.

Bir yandan avazı çıktığı kadar bağırırken bir yandan da kendisini tutan adamdan kurtulmaya çalışıyordu kız. Adamdan kendi içinde kurtulmaya çalıştığı gerçeği gözlerimizin önünde çılgınca dans ediyordu ya, neyse. Bazen gerçeklere karşı kör olabiliyoruz.
"- Nasıl bir insansın ya sen? Ben sana her şeyimi verdim ya. Olamaz ya." diye haykırıyordu. Daha bir sürü şey haykırıyordu aslında, ama gözyaşlarının çokluğundan olsa gerek, biz anlayamıyorduk.
Adam kızı kendine gelmesi için silkelerken, derin bir nefes aldım. Bazı şeyleri hissetmek çok ağır olabiliyordu.
Gözlerimin önünde bir yıkım gerçekleşiyordu ve ben, çaresizce aşık olmaktan bahsediyordum.

"- Gerçekten mutlu olmasını istiyorum." dedim önüme bakarak. Tüm yaşadıklarımı kusarcasına akan gözyaşlarımı elimdeki gariban peçeteyle silerken, konu akmak olduğunda gözlerimle yarışan burnumu çektim.
"- Nasıl öylece oturup mutlu olmasını istersin Dif? Aptal mısın sen?" Mikado bana ilk defa bu kadar inanamıyordu.
"- Aptal olmayı kabul edebilirim, ama ciddiyim. Gerçekten çok mutlu olmasını istiyorum. Aksini neden isteyeyim ki ?" dedim ıslak gözlerimi kocaman açarak.
"- Bu kadar iyi biri olduğunu bilmezdim." dedi hayret içerisinde.
"- O'nun yaşadığı dünyada sayıları bir tane eksik olsun diye kötü biri olmayı bırakalı çok oldu Mikado." dedim. Aslında uyduruyordu, iyi biri değildim. Ben sadece kötü biri değildim, o kadar.
Mikado bile bana inanmıyordu ve ben karşısına geçmiş, ona aşık olmaktan bahsediyordum.




Cumartesi, Mayıs 07, 2011

madem bir bloga sahibim, neden saçmalamıyorum ki ?



Bol küfürlü cevaplar vermek istediğim sorular var bugünlerde.

Ne zaman "Hah, her şey yolunda. Bir süre böyle kalalım n'olur." desem, bir şeyler gene tepetaklak oluyor. Çok saçma.
Hayır, bu defa bakış açımda bir problem yok.

Nefes alacak zamana ihtiyacın olduğunda, hayat hız limitini zorlar.

Zamana karşı yarıştığında, zaman genişlemeye başlar.  

"- Artık gidelim buradan, ne olursun. Gitme zamanı gelmedi mi hala ?" dedim.
Verdiği hiçbir cevap, beni tatmin etmedi. Tatmin olma eşiğim çok yükselmiş meğersem.

Bölümlerce X-Men izledim, kesmedi. Çılgınlar gibi müzik dinledim, yetmedi. Filmlere gömüldüm, olmadı. Derse daldım, yok. Kendimi neye boğsam bilemiyorum.
Kendimi neyle boğsam bilemiyorum.

Bunalımda değilim. Bunalamıyorum bile. Şaka gibi.

Kollarımı boynuna dolayıp, başımı göğsüne gömüp, manyaklar gibi ağlamak istiyorum. O hiçbir şey demesin, sadece önceden yaptığı gibi saçlarımı okşasın istiyorum.
Ben kollarımı boynuna dolamaktan korkarken, O saçlarımı okşamaktan çekinirken hem de.
Şu halde bile manyaklar gibi ağlamaktan kilometrelerce uzağım.

Cümle kurmaya bile üşeniyorum. Ve bu halde yazı yazmaya çalışıyorum burada. Acınası haldeyim.

Benim saçlarımı O'ndan önce kimse okşamadı. Hep çok katı yasalarla korudum saçlarımı.
O geldi, yasa masa kalmadı.
Birileri yasalarımı yıkabildiğinde mutlu oluyorum. Demek ki, o kadar da katı biri değilmişim.

Keşke biri beni alıp götürse bir yerlere. Benden uzağa. Çok sıkıldım kendimden.

"- Bugünümüze şükredelim." dedi.
Verdiğim hiçbir cevap, onu tatmin etmedi. Tatmin olma eşiğinin bu kadar yüksek olduğunu bilmezdim.

Tarihin neden tekerrür ettiğini hiç anlamıyorum. Birincisinde anlamadık mı ? Neden bir ikinciye ihtiyacımız var ki? Pekiştirdikçe daha mı iyi kavranıyor yaşananlar ?
Bu hayatın bize "Geri zekalı." deme şekli olabilir mi ?

Cevabını bilmek istemediğim sorular var bugünlerde.

Bir telefon kadar yakın olan insan, başınızı göğsüne gömüp ağlamak istediğinizde bir telefon kadar uzak oluyor. Telefon burada uzaklık birimi olarak kullanılmıştır.

Türkçe'nin esnekliği bize ne kazandırmadı ki ?

Ne zaman Tanrı'dan bahsetmeye kalksam, orada bir duruyorum. Geri sarıp cümlemin üzerinden geçiyorum, sonra bahsediyorum kendisinden. Umarım o da aynı özeni benim için gösteriyordur.

Yaklaşan sınavlarım olduğunu biliyor muydunuz ? Ben de onlara karşı boş değilim.

Yakında kendi yasımı tutacağım.

Kutuyu bir defa açıp bakman kedinin ölmüş olmadığını kanıtlamaz. Belki kedi o sırada ölmedi, ama kapak kapandıktan sonra bir anda ölüverdi. Evet, ana fikirden uzaklaştığımın farkındayım. Ben bir rövanş istiyorum.

Olasılıklar evreninde yaşamaya devam ediyoruz.

Bence yine de, çok mutlu olabiliriz.



Related Posts with Thumbnails