Çarşamba, Mart 16, 2011

hissediyorum, hissediyorsun, hissetmiyor...



Ağır demir kapının önünde dikiliyordum. Dışarıdan bakan bir insan amaçsızca orada ayakta durmayı tercih ettiğimi düşünebilirdi. İçeriden bakan bir insansa tıpır tıpır oynayan her hücremle uygun zamanın gelmesini beklediğimi anlardı. Bakış açıları olup biteni nasıl da değiştirebiliyordu böyle.
Tipik bir "kız" duruşuna sahiptim, boş bakışlar, sıkılmış bir surat ifadesi, arada bir oynanan saçlar. Dışarıdan bakan 20'lerinin başında, üniversiteli saf bir kız olduğumu düşünebilirdi. İçeriden bakan olası senaryoları replikleriyle birlikte üretip, olasılık ve hata hesaplarını yapıp, bazı değişkenleri değiştirip, yeni hesaplamalar sonucunda yeni olasılıklar üretip... İçeriden bakan beynimin nasıl full kapasite çalışıp da hata vermediğine şaşırabilirdi.
Sağ elim cebimdeydi, cebimin içindeki ufacık, yumuşak bir şeyle oynuyordum. Henüz sahneye çıkmamış olsa da, bu yumuşacık şey orada bulunmamın ve daha sonra gelişecek olayların asıl nedeniydi. Dışarıdan bakan için de içeriden bakan için de hiçbir anlam ifade etmiyordu aslında. Sadece benim için, umarım onun için de...

Kapı insanın içine işleyen bir gürültüyle yavaş yavaş açıldı, kapının öbür tarafındaki muhabbetler, hafif bir soğukla doldu boş salona. Dışarıdan bakan için görünümüm değişmedi, içeriden bakan az önce tıpır tıpır oynayan hücrelerimin donakaldıklarını gördü.
Artık zamanı gelmişti ki, o içeri girdi. Ve beni dışarıdan bakanın gözlerinden gördü.
"- N'aber ?" dedi gündelik bir gülümsemeyle.
"- İyidir. Senden ?" dedim, içeriden bakan gülümsememi acıklı buldu.
"- Ne yapıyorsun burada tek başına ?" diye sordu. Bu da gündelik bir soruydu. Dışarıdan bakan da sormuş olabilirdi bunu.
"- Dışarısı çok soğuk, bir de çok kalabalık." dedim aynı acıklı gülümsemenin ardına sığınarak. Cebimdeki ufak yumuşak şeyi sıktım.
"- İncecik giyinmişsin zaten, donarsın böyle dışarıda." dedi.
Dışarıdan bakan onu onayladı, içeriden bakan vücut ısımın nasıl yükseldiğine hayret etti.
"- Evet, biraz üşüdüm zaten bugün." dedim. Belki de işaretleri yanlış değerlendirmiştim, belki daha zamanı gelmemişti. Belki aslında hiç gelmeyecekti. Kendime duyduğum öfkeyle yumuşak şeyi daha çok sıktım.
"- Daha bahar gelmedi, giyinme böyle incecik." dedi.
Evet, zamanı gelmemişti. Ben yine işaretleri yanlış değerlendirmiştim, lanet olsundu bana. İçimdeki mahkeme kurulmaya başlamıştı şimdi, çok ağır yargılanacaktım. Ama hala onun önündeydim ve bir şeyler söylemem lazımdı. Olası replikleri taramaya başladım yeniden, olası sonuçlarını gözden geçirerek.
O ise dışarıdan bakan gözlerini dikmişti üzerime.
"- Neyse, gideyim ben. Üşüdüm bende dışarıda, ısınayım biraz. Görüşürüz." dedi.
"- Görüşürüz." dedim. Cebimdeki yumuşak şeye tırnaklarım batıyordu şimdi.
 
Gitti.
İçeriden bakanın hissedebildiği acı, artık dışarıdan bakanın da görebileceği kadar somutlaşmıştı üzerimde. Kendime duyduğum öfke, o zamanın hiç gelmeme olasılığı, cebimdeki lanet olası yumuşak şeyle orada kalakalmış olmam...
Lanet olası yumuşak şeyi cebimden çıkardım. Açık pembe renkte, yarı saydam, ufacık bir kalpti bu.
Yakından bakınca hafif hafif attığı görülebiliyordu. Benim kalbim.
"- Ölüyken daha iyiydin sen." diye kustum öfkemi, sanki her şeyin sorumlusu oymuş gibi. "Hortlayıp da geri gelmene ne gerek vardı ?!"

"- Ne yapıyorsun ?" diye sordu Mikado yanıma gelerek.
"- Yazıyorum." dedim, gözlerimi ekrandan ayırmadan.
"- Yine mi ?" dedi gözlerini devirerek. "Tüketiyorsun kendini."
"- Amaç da bu zaten dostum." dedim. "Tükenene kadar yazmak, yazarak tükenebilmek."


Pazartesi, Mart 14, 2011

söz... 16/05/08



still dreaming..
still dreaming..

söz veriyorum, bir daha yapmayacağım.. son kez söz veriyorum, bir daha asla..
asla kül tablası tepeleme doluyken uyumayacağım, asla camı açık bırakıp evde gezintiye çıkmayacağım..
sigara almayı unutmayacağım eve gelirken.. ne sigaram varsa toplayıp geleceğim eve..
final tarihlerini hep not alacağım, öğrendiğim andan itibaren tüm hayatımı o tarihlere göre düzenleyeceğim.. tek bir final, hatta vize bile kaçırmayacağım..
tüm derslere gireceğim, hocalarımı dinleyip not tutacağım.. günü gününe bile çalışacağım..
söz veriyorum, bir daha aynı şeyleri yapmayacağım..

still dreaming..
still dreaming..
not have enough space.. still dreaming..

bir daha asla tüm günümü uyuyarak, tüm gecemi debelenerek geçirmeyeceğim..
bir daha asla bir filmi birden fazla defa izlemeyeceğim, vakit kaybına neden olmayacağım..
bir daha asla akşama kadar yemek yemeden durmayacağım, acıkacağım zamanı bileceğim..
bir daha asla sabah sabah kahve-çay-sigara da yok.. midemi mahvedip tepene dikilmeyeceğim..
hastalanmayacağım da asla.. ilaçlarımı hep içeceğim, antibiyotik, antiseptik, antidepresan.. ne verdilerse hepsini.. seni sıralarda, kuyruklarda, doktor peşlerinde gezdirmeyeceğim..
kendi peşimde de gezdirmeyeceğim seni.. başıma asla bir daha iş açmayacağım.. şimdiye kadar açtığım işleri çoktan kapattım kendim zaten.. sen yokken..

still dreaming..
still feeling the pain..
not enough space..

kimsenin kafasını şişirmeyeceğim artık.. kendi iç dünyamda meydana gelen yıkım - yapım çalışmaları bozamayacak kimsenin dengesini - özellikle de senin.. bir daha kusmayacağım beynimden.. söz..
ağlamayacağım da hiç.. gerek yok bunlara.. ağlayacak noktaya da gelmeyeceğim zaten hiç..
söz veriyorum hepsine..

kimseyi rahatsız etmeyeceğim..
kimsenin hayatını karıştırmayacağım..
kimseyi başına sarmayacağım..
kimseye bulaşmayacağım..
herkesten uzak kalacağım..
hata yapmayacağım.. hatalarımın bedeli de olmayacak..
üzülmeyeceğim, kafama takmayacağım, aldırmayacağım, düşünmeyeceğim..
bir daha asla düşünmeyeceğim.. hiç..

still dreaming of..
still feeling..
still getting scared of..
not enough space.. not enough..

bir daha hiç üzmeyeceğim seni.. hiç uğraştırmayacağım..
sen ödev yaparken, çalışırken sesimi çıkarmayacağım.. susup oturacağım..
sorduğunda hep mükemmel olacağım.. bir defa bile kötü olmayacağım, hiç..
gerekirse yalan söyleyeceğim sana.. şahaneyim diyeceğim..

söz veriyorum hepsine.. ve daha ne istersen..
istediğin her şeye söz veriyorum.. istemediğin hiçbir şeye de..
hiçbirini yapmayacağım.. hepsini yapacağım..
koşulsuz söz veriyorum hepsine..

still dreaming..
still feeling the pain..
still not have enough space to breath..

vazgeçeceğim kendimden söz.. beni ben yapan her şeyden vazgeçmeye söz veriyorum.. sonsuza kadar..


şimdi benimle tekrar yaşar mısın ?..


Demişim 16 Mayıs 2008'de. Evet, o zamanlar ergendim.

Pazar, Mart 06, 2011

yelesine söven aslan bizden değildir... #blogumadokunma


Size saçlarımdan bahsetmek istiyorum.

"- Evet, sonunda delirdin. 'Blogspot'u nasıl olsa kapattılar, ne kadar saçmalarsam saçmalayayım kimse okuyamayacak nasıl olsa.' diyorsun, değil mi ?"

Hayır canım, alakası yok. Bence zaten saç gayet önemlidir, hakkında konuşulması ve üzerinde düşünülmesi gerekir. Herkes saçından bahsedebilir, hatta bahsetmelidir de. Saç candır.
Ama söz konusu ben olunca, saç bambaşkadır. Çünkü benim saçlarım bambaşka. Ve bu bambaşkalık maalesef iyi anlamda değil.

Türlü türlü saç vardır ya hani. Kimisinin saçı uzundur, kimisinin kısa. Bazısının düz, diğerinin kıvırcık, berikinin dalgalı falan.
Benim saçlarım bu genellemelerin hiçbirine uymaz. Aslında benim saçlarım hiçbir genellemeye uymaz. Saçlarımı niteleyen tek bir kelime vardır ; kabarık.

Düzleştiririm, kabarırlar. Açık bırakırım, daha çok kabarırlar. Çeşitli şekil vericiler kullanırım, inatla kabarırlar. Bakım ürünleri denerim, hiç umursamaz ve kabarırlar. Uzatırım, uzun uzun kabarırlar. Kısa kestiririm, mutluluktan iyice kabarırlar. Yarım toplarım, hiç affetmez, kabarırlar. Tamamını toplarım, isyan eder, kabarırlar.
Benim saçlarım anarşiktirler, hizaya gelmezler. Kabarırlar.

Hayatımın 0.27'si saçlarımı ıslah etmeye çalışmak ve başarısız olmakla geçmiştir. Ama yıldığım da görülmemiştir, eninde sonunda çözülecek bir fizik problemi gibi görürüm saçlarımı.
Onlar beni ne olarak görürler bilmiyorum tabi.

Kimileri saçlarımın çok gür olduğunu düşünür. Kimileri çok sağlıklı. Bazıları kıskanırken öbürleri kendi saçlarına bakıp şükreder. 
Komik olduklarını düşünenler de vardır mesela, seksi bulanlar da vardır.
Bense gereksiz ve vazgeçilmez bulurum kendilerini.
Bugün kendi içimde çelişmeyi yaşam biçimim olarak benimsemişsem, saçlarım yüzündendir.

Tuhaf bir ilişkimiz vardır saçlarımla. Sürekli azar yerler benden mesela, ama hiçbir taraflarına takmazlar sözlerimi. Beni ve şikayetlerimi gayet gereksiz bulurlar.
Kendi halime bırakıldığımda saatlerce saçlarımdan yakınabilirim. Ama bir yandan da taparım onlara. Değil bir tellerine, bir mikrometrelerine zarar gelmesine dayanamam.
Türlü çeşit renge bürünmüşlükleri vardır, toplamda üç defa cayır cayır yanmışlıkları vardır. Ama hala turp gibidirler maşallah. Tıra bağlasan çekerler, bana mısın demezler.
Güçlü olmayı ve yılmamayı saçlarımdan öğrendim ben. Ha bir de otoriteye karşı durmayı. Evet.

İltifat almayı pek sevmem, pek samimi bulmam açıkçası. Bana çok fazla iltifat eden olmaz da zaten - yada olur ama ben umursamadığım için unuturum genelde. 
Saçlarım dışında.
Onlarla ilgili söylenen -iyi veya kötü- hiçbir kelimeyi kolay kolay unutmam.
Saçlarıma iltifat edin ve erimemi izleyin. Yeterince iltifat edin ve beni tavlayın.
Evet, bu şekilde tavlanmışlığım var. İtiraf ediyorum.

Kabarık saçlarım ve ben bir arada yaşayamayan yapışık ikizlere güzel bir örnek teşkil ederiz.
Onlar beni ben yaparlar, ben de elimde olsa hepsini kazıtırım.

Bir de ; 
Adam ol, bloguma dokunma. Almayayım türevini.

Salı, Mart 01, 2011

kütle çekimin hafızam üzerindeki etkisi azımsanmamalı...



Nasıl başladığını bildiğin bir şeyin nasıl sonlanacağını da tahmin edebiliyorsan işin bitmiş demektir.
İşin gerçekten bitmiş demektir, artık yaşamasan da olur. Sonunu biliyorsun nasıl olsa.

Gerçekten biliyor musun ? Gerçekten bilebilir miyiz ?

"- Burada kalmamalı." diyorum bazen. "Daha ona anlatacağım masallarım var benim."
"- Saçmalama." diyor Mikado. "Buna sen karar veremezsin. Bazen değişkenler senden bile bağımsızdır."

Kendime geldiğimde çok acayip bir yerdeydim. Gelgitler oluyordu burada sürekli, Ay'ın konumundan bağımsız bir biçimde üstelik. Gelgitlere dair bildiğim tek şey Ay'ın kütle çekimine bağlı olduklarıydı ve burada bu bilgi de işe yaramıyordu. Ne zaman olacaklarını kestiremiyordum, neden olduklarını da kestiremiyordum aslında. Kestirebildiğim tek şey buradan uzaklaşma şansımın olduğuydu.
Uzaklaşmadım. Merakımdan değil.
Geri zekalılığımdan.

"- Zaman dursun istiyordum, zaman da durmuş gibi davranıyordu zaten. Ama ben bir sonraki hareketime karar verene kadar milyonlarca saniye akıp gidiyordu - nasıl oluyorsa artık. Ve ben hiçbir şey yapamadan adeta yıllar geçirdim orada."
"- Senin için fena bükülmüş demek ki zaman." diye yorumladı Mikado.
"- Evet, öyle fena büküldü ki, bende boynumu büktüm karşısında."


Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle yürüyorum. Gülümsememin sebebi yanımda, benimle birlikte yürüyor, bir yandan da bir şeyler anlatıyor uzun uzun. Dönüp yüzüne bakıyorum ve bir kere daha gülümsüyorum. Anlattığı her ne ise, yarın hatırlamayacağım, biliyorum. Ama sesinin tonunu hatırlayacağımdan eminim, konuşurken dudaklarının kıvrılış şeklini de, yüzündeki o anlattığından eğlenen ifadeyi de... Bunları günler, haftalar hatta aylar sonra bile hatırlayacağım, bundan eminim.
Söz konusu o olunca, ben fil hafızasına sahibim.

"- Boyundan büyük işlere kalkışıyorsun." dedi Mikado.
"- Her zamanki gibi." dedim.
"- Ben de onu diyorum, daha normal şeyler yapsan da hayatımıza bir yenilik gelse artık ?" diye söylendi.

Benim bu halde bile ne kadar mutlu olduğumu bilmeden hem de.
Mikado bazen gereksiz konuşuyor.

Related Posts with Thumbnails