Pazar, Mart 21, 2010

Steve Miller Band - Serenade

(bkz. günün şarkısı)


Did you see the lights
As they fell all around you
Did you hear the music
Serenade from the stars

Wake up, wake up
Wake up and look around you
We're lost in space
And the time is our own

Did you feel the wind
As it blew all around you
Did you feel the love
That was in the air

Wake up, wake up
Wake up and look around you
We're lost in space
And the time is our own

The sun comes up
And it shines all around you
You're lost in space
And the earth is your own

Salı, Mart 16, 2010

Yağmurlar yağsın üzerime...

Gitmek istiyorum. Delicesine gitmek istiyorum buralardan, heryerlerden.
Hayır bunalımda değilim, sadece bunalmaktayım. Delicesine bir bunalma bu, öyle ki nefesim daralıyor, kalbim sıkışıyor, nefes alamıyorum. Eskiden böyleymiş gibi hissederdim, şimdi alenen yaşıyorum bu fiziksel halleri.
Kimsenin beni tanımadığı, beni bilmediği, hakkımda bir yorumda bulunamayacağı biryerlere gitmem lazım acilen. Alıp başımı gitmem lazım acilen, yoksa akut solunum yetmezliğinden öleceğim.

***

O kadar da kötü bir hayatım yok aslında. Her ne kadar kendimden ve hayatımdan bahsetmesem / bahsetmeyi sevmesem, yanlızca aklıma gelen saçma sapan şeyleri yazmak için bu blogu açmış olsam da insan yazarken kendini bizzat kendisinden ve şahsi hayatından nasıl / ne kadar soyutlayabilir ki ? Ne kadar suya sabuna dokunmadan durabilir ? Iıh, cık, nayır yeteri kadar yapamaz bunu, ben yapamam.
Dediğim gibi çok kötü halde değilim. Yaptığım şeyleri / yapmaya kalkıştığım şeyleri eleştirmek dışında bana ilişmeyen bir ailem var mesela - ki onlardan 800 km uzakta kendi evimde yaşıyorum. Beni çok seven yarı deli bir babannem var. Teoride 5 yıl pratikte asırlardır süren bir ilişkim var, beni seven, benim için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan, akıllı, kültürlü, yakışıklı, tatlı bir sevgilim var. İki tane çok sağlam dostum var - ara sıra tepemi attırsalar da vazgeçemem onlardan. Her konuşmanın başında nasıl olduğumu soran dünyanın her yerinden dostlarım var, sadece bir kelimemle benim için ellerinden gelen her şeyi yapacak olmalarını bilmek mükemmel. Ülkenin en seçkin okullarından birinde mühendislik okuyorum - benim yaptığıma daha çok eğlenmek denir aslında ya neyse. Maddi olarak aileme bağlı değilim, daha çok özerk denilebilir benim durumum için. En azından kendi harcamalarımı karşılayabiliyorum, gerektiğinde çalışabiliyorum. Okul ve sosyal hayat dışında uğraşlarım var, ne bileyim örgü örüyorum, flüt çalıyorum, tasarımla ilgileniyorum amatörcene.
Hani dediğim gibi, çok da kötü değilim buradan bakınca. Ama bu gitme dürtüsü bitmiyor, azalmıyor, tükenmesi imkansız işte. Boğuyor beni artık. Gitmem lazım artık, yaşayabilmek için.

***

Tahammül edemiyorum insanlara. Bu yukarıda saydığım kişiler dahil insan ırkına dayanamıyorum artık, kendim dahil. Hatta ben kendim bizzat en başında geliyorum bu listenin. Elimde olsa sadece kendimi bırakıp gideceğim - keşke bir oluru olsa bunun.

***

Öyle çok istedim ki beni tarafsızca dinleyebilecek birileri olsun. Bana dair hiçbir şey bilmesinler, bana dair bir fikirleri olmasın. Geçmişte yaşadıklarım, yaptıklarım olmasın onlar için, sadece anlattığım kadarını bilsinler, sadece onu dinlesinler. Ve yorum yapmasınlar, sadece dinleyip soru sorsunlar, ben cevaplayayım. Gerçek kişiler de olmasın bunlar, hani bana bir zararları olur mu / bir çıkarları var mıdır düşünmeyeyim. Anlatırken tıkamasın bu düşünceler beni, öyle bodoslama konuşabileyim. Döküleyim abi ya, saçılayım her yere, toplamakla da uğraşmasınlar beni, ben toplayayım kendimi.

Ve ben her şeyi anlatıp bitirdikten, akıtılacak her damla göz yaşını önlerinde akıttıktan sonra yine beni sevsinler. Anlattıklarım ne azaltsın ne arttırsın bana olan sevgilerini. Ne eleştirsinler ne takdir etsinler beni, ne düşünsünler ne sallamasınlar. Ben onlar için aslında ne var olayım ne yok olayım. Ama sadece her şeyi anlattıktan sonra da sevileyim onlar tarafından. Onlar ki beni yanlızca ben olduğum için, bu bedene sıkışmış, eline oyuncak diye bu beyin verilmiş çylesine bir ruh olduğum için sevsinler. Onlar için yaptıklarım / yapacaklarım için değil, benden beklentileri / faydaları için hiç değil. Sadece ben şu an ben olduğum için sevsinler abi beni. Anlık sevsinler abi, her şeyime rağmen sevsinler beni.

Mutlak sevgi bu. Mutlak sevgi.

***

Bloglar bu seni-tanımayanlara-kendini-anlatma'ya yarar diyenleri duyar gibiyim. Belki bir gün yeni bir blog açar, sıfırdan yanlızca kendimi anlatırım - hatta adımı sanımı saklı tutarım, böyle rahat rahat anlatırım ne varsa. Olur yani, yapabilirim bunu.

***

Gidesim var çok fena blog. Becerebilsem keşke - en azından ne menem bir halt olduğunu görebilmek için. Alıp başımı gidesim var çok fena, bu mutlak sevgiyi belki bulurum umuduyla.

Evet, salak gibi umudum var. Kendime inanamıyorum ya.



Bu görsel Suzanne Woolcott'a aittir. Kişinin dA galerisinden tanıtım amaçlı alınmıştır.

Pazar, Mart 14, 2010

Blogla aramdaki etkileşimler...

Yazdığı yazıyı tekrar dönüp düzenlemeyi sevmeyenlerdenim.
Bu yüzden bu blog taslaklarla dolmuş taşıyor.
Ben bu kafayla gidersem daha da taşar, yan bloglara sıçrar, söyleyeyim.

Çarşamba, Mart 10, 2010

Topluca Taşınmaca...

Millet günlerdir yatıp kalkıp Ankara'nın otobüs çilesini konuşuyor. Yani evet var böyle bir çile ama bu bizim için yeni bir şey değil ki. Ben kendimi bildim bileli var bu bela başımızda. Toplu taşımadan yararlanmaya çalışalı en aşağı 11 yıl olmuştur, evet ufak çapta yararlanıyoruz ama... Aması var işte. Dersin başlamasına 1.5 2 saat kala evden çıkıyorsam ne anladım ben topluca taşınmaktan ? Hani yürüsem en fazla bir saat daha erken çıkmam lazım, o derece.

Hayır bu toplu taşıma karmaşası öyle de komik şeylere neden oluyor ki. Trajikomik aslında. Otursan yazsan kitap olur - keşke zamanında üşenmeyip yazsaymışım, şimdiye 11 yıllık birikim olurdu. =)

Bundan iki sene kadar önce Eryaman - Beytepe egosundayız, saat akşam 5.30 civarı. Otobüs normalin üstünde dolu, yani bu doluluk Beytepe egosuna göre de değil, normal bir egonun kapasitesinin üzerinde insan sayısı. Kırmızı bin yıllık Ikarus'un içinde rahat 150 kişi falanız. Öyle ki insanlar acı çekiyor seyahat esnasında. Bu yetmezmiş gibi o gün Ankara'ya Papa gelecekmiş, tüm yollar kapalı ama bizim şoför nasıl bulmuşsa bulmuş bir yol, kaptırmış gidiyor. Bir ara Etimesgut civarında feci bir yanık lastik kokusu sardı otobüsü, bizde de bir panik hareketi başladı. Herkes birbirine bakıyor korkulu gözlerle, en son arkadan bir eleman seslendi "Abi lastikler yanıyor." diye. Adam duymadı, iyi ki de duymadı. Kimse de duyurmaya uğraşmadı zaten. Yol kapalı, bir otobüs bir bilmemne geçmiyor, sadece biz varız. Adam bizi bir yerde indirse yandık, sabah ezanıyla gireriz eve. Hani şimdi düşünüyorum, o yolda kalma korkusu nasıl büyükmüş ki bin yıllık otobüsün içinde yanmayı falan göze almışız. Ah Ankara.

Yine bir Eryaman - Beytepe egosu, bu kez istikamet okul, sabahın 8.30'u saat. Yine bir kırmızı Ikarus'un içindeyiz, yine millet acı çekmekte ama bu kez 150 falan değiliz, 90 kişi civarıyız kanımca. Beytepe nizamiyeye kadar sağ salim geldik, nizamiyede atk abilerimiz durdurdu, kimlik kontrolü yapılacak. Açılan otomatik kapıdan -basamakta durursan çarpıyor - o darbe dönemlerini hatırlatan emir geldi "Arkadaşlar koridoru boşaltalım." biz de eli mahkum boşalttık koridoru, 10 dakikada falan. Kimlik kontrolü yapıldı, biz koridoru boşaltanlar başladık yeniden doldurmaya - ama nafile. İnen herkes geri binemedi bir türlü. Kaydık, yanaştık, birer adım attık ama faydası yok, bir kısım hala aşağıda, sığmadı millet. Derse geç kalma korkusuyla Eryaman'da nasıl sıkışmışsak artık, bir kere çözülünce bir daha toplanamadık. Kalanlar mecburen nizamiyede bekledi başka bir egonun gelip onları almasını. Kaç kişiymişiz yahu biz o otobüste diye düşünürüm hala.

Kaç senedir yaşadığımız şey bu hocam, bunlar artık gündelik şeyler bizim için. Ortalığı velveleye vermenin alemi yok.
Related Posts with Thumbnails