Perşembe, Nisan 21, 2011

bir zamanlar genişleyebilen bir zaman vardı...


Bazı anlar geliyor, zamanı durdurmak istiyorum.
Zaman dursun ve ben de o zamanın içinde bir yerlerde donmuş gibi kalayım istiyorum. Benimle birlikte hissettiğim her şey donsun, söylenen sözcükler havada asılı kalsın mesela. Kokular dağılmasın, burun deliklerimden içeri akmaya devam etsinler mesela. Görüntü donsun, her şey/herkes hareket etmeyi bıraksın mesela. Evren sürekli hareketinden dolayı ne kadar yorgun olduğunu fark etsin, bir süre hiç kıpırdamasın mesela.
Ve böylece ben, o anı en ince detaylarına kadar rahat rahat, uzun uzun beynime kazıyabileyim. Ben işimi bitirdikten sonra istediği gibi akmaya/genişlemeye devam etsin, umrumda olmaz.
Ben o anı gerektiği gibi hafızaya aldıktan sonra rahat bırakırım zamanı, söz. O saatten sonra zamanla işim olmaz.

"- Kendini kandırmayı ne kadar çok seviyorsun Dif." dedi Mikado.
"- Kendimi kandıramadığım gün cenazemi kaldıracaksınız, biliyorsun değil mi ?" dedim.
"- Mutlu bir gün olacağa benziyor." dedi saçlarımı karıştırarak.

Her zaman en önemli detayın etrafından dolanmayı bilmişimdir. Elimde mükemmel bir navigasyon cihazı varmış da onun kılavuzluğunda hareket ediyormuşum gibi, en önemli bilgiye değmeden yanından geçerim. Sorulması gereken en önemli soruyu sorduğumu asla duyamazsınız, en önemli cümle henüz ağzımdan çıkmadı. 
Bu şekilde heyecanı koruduğuma inanırım, en azından kendi heyecanımı. Komik ama etkili bir yöntem.

Heyecanıma sıçayım, böyle yaşanır mı ?!

"- Bu defa bırakmayacağım seni." dedi.
Kollarımı boynuna doladım.
"- Bu defa o kadar şanslı olamayabilirim Mikado, biliyorsun değil mi ?" dedim.
"- Ben yanında kalacağım, ne olursa olsun. Beni aksini yapmaya zorlayamazlar artık nasıl olsa." dedi.
"- İyi ki varsın." dedim.
"- Aynı şeyi senin için söyleyemeyeceğim maalesef. Ama madem varsın, n'apalım. Bununla mutlu olmak gerek." diye cevap verdi.

İyiyle kötünün arasında bir yerlerde, aslen arafta oturmuş sigara içiyorum.
Arada bir şeytan geliyor bomba gibi tekliflerle, dinleyip geri yolluyorum.
Bazen beyazlar içinde bir grup geliyor, beni doğru yola davet ediyorlar. Teşekkür edip geri yolluyorum.
Daha ne kadar beklerim bilmiyorum. Umursamıyorum.
Bir yanımda Mikado, diğer yanımda ders kitapları. Elimde kıvırcık saçlı bir kadının fotoğrafı, kulağımda O'nun sesi...
Yaklaşan fırtınayı bekliyorum. Sessizlik içinde.

Bazı anlar geliyor, zaman var gücüyle aksın/genişlesin istiyorum.
Biliyorsun değil mi ?


Pazartesi, Nisan 18, 2011

mutluluk, beyin damarlarını tıkayabilir...



İnsan mutluyken yazı yazamıyormuş. Bugün - üç saatimi boş sayfa önünde geçirdikten sonra - bunu anladım.

Pazar, Nisan 03, 2011

sokaktaki sürtük...


Uzun, upuzun cadde boyunca sıralanmış ışıklar, akşamın bu saatinde evlerinde olmak yerine sokaklarda sürten insanların mutlu ve anlamsız yüzlerini aydınlatıyordu. Ben de onlardan biriydim, bende en fazla onlar kadar mutlu, en az onlar kadar anlamsızdım. Ben de evde olmak yerine sürtüyordum buralarda. Bu açıdan bakınca biz tüm cadde nüfusu, birkaç sürtükten ibarettik.
Geceleri yanan sokak lambalarını severim. Karanlık göğün üzerimize boşalttığı uçsuz bucaksız karanlığa birer tepkidir onlar - anarşist bir yaklaşımdırlar. Veya değildirler, bilmiyorum. Aslına bakarsanız çok da aldırmıyorum. Umrumda olan tek şey önümü görecek kadar etrafı aydınlatmaları, aksi takdirde gitmem gereken evimin yolunu bulamam - ki bu da yeterince büyük bir sorun bence.
Eğer yolunu bulamazsam ve gidemezsem, evin ne anlamı var ?

Etrafı aydınlatmak için canla başla çalışan lambalara yardımcı olmak amacıyla bir sigara yaktım, ancak beklenenin aksine yürümeye de devam ettim. Nedense bu civardaki insanlar bir kadının sabit bir noktada sigara içmesini isterler, bense onlara inat hareketli bir sigara içen kadın olmayı severim. Zevkler ve renkler nasıl da çeşitlenebiliyor böyle? İnsanlar başkalarının zevklerine saygı duymadan hareketli-sigara içen-kadın-ben'i nasıl da hakaret içeren bakışlarla süzebiliyorlar böyle?

Son birkaç dakikasını yanımda yürüyerek geçirmişti kahverengi deri ceketli adam. O birkaç dakika boyunca iki cadde, bir üst geçit, bir polis arabası, dört apaçi, üç merdiven, bir metro girişi, on sekiz mağaza ve milyonlarca seyyar satıcı geçtik birlikte. Düşününce ne de çok şey paylaşmıştık aslında, aramızda kurulan bağ inanılmaz olmalıydı. Ama bazıları bu bağa inanabilirdi tabi, insanların ne kadar saçma şeylere hayatlarının sonuna kadar inandıkları düşünüldüğünde, bu olasıydı.
Başımı çevirip malum lambaların aydınlattığı yüzüne baktım. Benden uzuncaydı -herkes gibi, bu yüzden başımı biraz da kaldırmam gerekmişti, bu da boynumu ağrıtmıştı. Ama aldırmadım, bu adam uğruna acı çekmeye değebilirdi. Zaten muhtemelen hali hazırda birileri onun için acı çekmişti, gereksiz insanlar için acı çekmeye bayılırız, biliyorsunuz.

Ona baktığımı fark ettiğinde heyecanlandı, bunu hafifçe aralanan dudaklarından anlayabiliyordum. Sigara dumanını yüzüne üfledim ve gözlerinin sulanmasını bekledim, ama olmadı. Malum uzundu, dumanın katetmesi gereken yol fazlaydı. Ancak beyni mesajı almıştı, olası bir muhabbet başlatma cümlesini kurmak için çabalıyordu. En sonunda bulabilmiş olacak ki, o aralık dudaklarından tok bir sesle kendini ifade etti ;
"- O sigarayı bitirdikten sonra nereye atacaksın ?" Kullanmaktan çekinmediği çarpık bir gülümsemesi vardı.
Gözlerimi az yukarıdaki gözlerine diktim, dedim ya, uzundu. Arzum gözlerimden okunuyordu, onun da okuma yazması vardı ki az önceki heyecanı birkaç katına çıktı.
"- Yanımdaki insanın cebine koyacağım." dedim, sesim davetkardı.
Yüz hatları gözlerimin önünde değişti. Beklenti dolu bakışları korkuyla doldu ağır ağır, hafif aralık dudakları dehşetle gerildi. Bana son bir korku dolu bakış atarak hızlı adımlarla yanımdan ayrıldı.

Kalabalığa karışırken arkasından attığım kahkahalar kulaklarında çınlıyordu.


Related Posts with Thumbnails