Çarşamba, Aralık 28, 2011

dönüşümün tersinirliği üzerine...


“- Görüşmeyeli ne çok olmuş, neler yaptın bunca zamandır?” dedi.

Kendime yasaklar koydum, onlarca binlerce yasak. Sonra mantar panomdan bir tane iğne alıp –rengini hatırlayamıyorum- hepsini tek tek deldim. Kendi yasaklarımdaki deliklerin üretim hatalarından kaynaklandığına karar verdim, hepsini kaldırıp çöpe atarken artık kararlı biriydim. Bir sonraki kararım çöpe attığım yasaklarımın üzerine sifonu çekmek oldu, ama üşendim. Bu kadar üşengeç biri olmasaydım, kararlarımın hayal ürünleriyle olan ilişkisini tanımlayabilirdim, tanımlayamadım.

Gecelerce yargılardan bahsettim kendime, yargılar üzerine konferanslar verdim kendime. Kendimi büyük bir dikkatle dinledim, gerekli yerleri not aldım, daha gerekli yerlerin üzerlerini çizdim. Sonra notları yazdığım kağıda alerjim olduğu ortaya çıktı, ölüm korkusu yüzünden açıp o notları bir kere daha okuyamadım. Onun yerine odamın balkonuna yığdım hepsini, gözümü kırpmadan cayır cayır yaktım, bu beni öldürmek isteyenlere verdiğim tipik bir cezaydı zaten. Nefretle gözüm o kadar kararmamış olsaydı, bu it soyları yanarken açığa çıkan gazların zavallı ciğerlerimi mahvedeceğini fark edebilirdim, fark edemedim.

Geçmişle geleceği ayırmak için bir duvar inşa etme planım vardı, hayata geçsin istedim. Ölçüleri aldım, taslakları hazırladım, hesaplamaları yaptım, simülasyonları çizdim, inceledim, kullanacağım malzemeleri seçip temin ettim, inşaata başladım. Asıl amacım her iki tarafı da görerek bu duvarın üzerine yürüyebilmekti, bu yüzden yükseklik korkumu yenmemi sağlaması için kadroya bir de terapist aldım. Terapist bana duvarın geçmiş tarafına bir merdiven inşa etmemi önerdi, kabul etmeden duramadım. Geçmişin bir okyanus olduğunu söyleyenleri biraz ciddiye almış olsaydım, ben merdiveni kurarken arkamdan sinsice yaklaşıp beni bir hamlede yutan tsunamiyi öngörebilirdim, yapamadım.

Otobiyografimi yazmak her zaman yapmak istediğim bir şeydi, hazır vaktim varken ona da el atayım dedim. Beyaz bir sayfa açtım, aldım elime kalemi, adımı soyadımı yazdım ve orada kaldım, yazacak başka hiçbir şeyim yoktu. Otobiyografimi okumak, sindirmek ve ardından kütüphanelerinin baş köşelerinde sonsuza dek özenle muhafaza etmek isteyen kalabalığı düşünmek de heyecanlandırmadı beni, aksine henüz hiç yaşamamış olduğumu fark etmenin verdiği acıyla kıvranıyordum. Hemen bir ağrı kesici aramaya başladım, önüme gelen her çekmeceyi her dolabı giderek artan bir umutsuzlukla açtım. Sonunda bulduğum yegane ilaç şişesinin üzerinde “Sadece yetişkinler içindir.” yazan ibareyi okumuş olsaydım, belki o ilaçları büyük bir şevkle yutmak yerine aldığım rafa geri koyabilirdim, koyamadım.

Ortalıkta olduğum sürece pek çok kişinin ayağına dolandığımı anladığımda kendimi bir kutuya koydum, bir dolabın en alt köşesine sakladım. Kutuda geçirdiğim zamanı yeni bir dünya kurarak değerlendirmek istedim, bu dünyayı tek bir yerden ben yöneteyim istedim. Yarattığım halklar benim himayemde birleşti, egemenliğimdeki topraklar benim yönetimimde ürünler verdi. Halkıma vekil seçmeleri için izin verecek kadar alçak gönüllüydüm, oluşturulan parlamento benimle bütünleşti. Ancak kutunun içindeki kaynaklar sınırlıydı, bir süre sonra maaşım ödenmeyince kendi yönetimimi protesto ettim. Kendime düzenlediğim ve başarıya ulaşan suikastın sonunda daracık kutunun içinde bir anda patlak verecek anarşiyi öngörmüş olsaydım, belki daha uzlaşmacı bir politika izleyebilirdim, izleyemedim.

 “- Hiç, bildiğin gibi. Hep aynı şeyler işte.” dedim.


Cuma, Aralık 16, 2011

sadece biraz sohbet edelim istedim işte...


Siz okumayalı ne kadar oldu bilmiyorum ama ben yazmayalı çok oldu. Yazmakla bir alıp veremediğim yok, sadece olaylar öyle gelişti işte. Aslında aramız açılmadı, sadece son zamanlarda o çok yoğun ve bana eskisi kadar vakit ayıramıyor. Durumunu anlıyorum ve mecburen saygı duyuyorum, modern toplum bizi durumları anlamaya ve mecburi saygılar duymaya koşullandırmıştır. “Belki de biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardır.” diyorum dışımdan ama bu da modern toplumun düzeninden kopmamak için harcanmış bir çabadan fazlası değil. İçten içe ölsem de, dıştan dışa sürünüyorum ve bu şekilde kusursuz kamuflajımın bana sunduğu avantajlardan faydalanıyorum. Pragmatizmin canına okuyorum.
Yukarıdaki paragrafta bahsi geçen üçüncü tekil şahıs yazmanın ta kendisi. Karışıklık olmasın diye belirteyim dedim.
Yazma konusundaki isteksizliğimin (bu yazamamak kelimesinden daha iyi durdu sanki, hadi bununla devam edelim) temelinde muhtemelen milyonlarca şey var, çünkü ben her gün yeni bir tanesini keşfediyorum. Mesela bugün keşfettiğim sebep yazarken bana malzeme olabilecek şeylerin üzerinde düşünmekle ve onları çözümlemekle uğraşmıyor olmam. Yandaki cümledeki anlatım bozukluğunu bulunuz ve ağzına iki tane çarpınız.
Dürüst olmak gerekirse artık bir şeyleri çözümlemiyorum, çözümlemeden yaşıyorum. Denklemdeki bilinmeyenin (nam-ı diğer x’in) neye eşit olduğu pek de umrumda değil. Üstelik sanılanın aksine, x’le aramızda bir anlaşmazlık da yok. Ne o benim yoluma taş koydu, ne ben onun üzerine kaynar çay döktüm. Ne o benim yazdığım çocuğu götürdü, ne ben onun eski manitasını tavladım – malum, bugünlerde anlaşmazlıklar çoğunlukla bu yüzden çıkıyor. Ben sadece x’in takdirini kazanmak için kendimi ona beğendirmeye çalışmaktan vazgeçtim ve akabinde onun da benim kendisini takdir etmemi kutsal bir yerlerine takmadığını fark ettim. Durum açıklığa kavuşunca denklemi de çözmeme pek gerek kalmadı tabi ki, ben de kendi haline bıraktım işte.
Her şeyden nasıl sıkıldığımı anlatmaktan o kadar sıkıldım ki burada bu sıkıntımdan bahsetmek bile inanılmaz derecede canımı sıkıyor. İnsanlık bir yerlerde bir şekilde yükselişe geçiyor ve biz de kaçınılmaz olarak burada düşüşlerle bütünleşiyoruz. Dengenin bir şekilde kurulması gerek, artı sapmaları ciddiye alamayan bizler nasibimizi eksi sapmalardan alıyoruz. “Eee, misafir umduğunu değil bulduğunu yer.” diyerek sözü ölüme bırakmak istiyorum ama bir panik atağı daha kaldıramaz bu bünye, o yüzden isteklerime gem vurup diğer paragrafta sözü hala elimde tutmaya karar verdim.
Burası diğer paragraf ve söz hala bende. Aslında demek istiyorum ki, dif hala hayatta ve bir satır dahi yazamıyor, o yüzden endişeye kapılmayın. Buraya kadar yazdığım her şeyin yazılma amacı bu. Son bir aydır –son bir kaç aydır- aynı yerde oturuyor ve aynı şeyleri düşünüyor. Ne oturuşunda ne de düşüncelerinde hiçbir değişiklik yok. Arada bir odasını temizliyor ve boş zamanlarında Facebook ana sayfasını yeniliyor. Bir süre sonra oda kirlenmemeye başlıyor ve ana sayfada hiçbir yenilik olmuyor. Demek istediğim, dif hala buralarda, egzistansına lanetler okuyor, bir satır dahi yazamadığı gibi bir saat dahi yaşayamıyor. Sadece var oluyor ve apartmanın dış yüzünü desenli duvar kağıtlarıyla kaplayacağı günü düşlüyor.

Uzay - zaman'ın sınır tanımazlığını kabul ediyor ve hepinizi öpüyorum.


Related Posts with Thumbnails