Pazar, Ocak 31, 2010

Robert Pattinson - I'll Be Your Lover Too




Proof of Life (Yaşam Kanıtı) adlı çok şahane filmin soundtrack inden...


I'll be your man
And I'll understand
And I'll do my best
To take good care of you

You'll be my queen
I'll be your king
And I'll be your lover too
Yeah yeah

Yes I will

Derry down green
Color of my dream
A dream that's daily coming true.
And ohhh when the day is through
I will come to you and tell you of
Your many charms

And girl you look at me
With eyes that see
And we'll melt into each others eyes

You'll be my queen
And I'll be your king
And I'll be your lover too


Robert Pattinson'un sesine sözüm yok. Ancak bir Twilight fanı olmadığım için - ve az buçuk cahil olduğum için - bu şarkıyı seslendiren Robert Pattinson'un aynı Robert Pattinson olduğunu şarkının sözlerini ararken keşfettim.
Halbüsü şarkıyı ilk dinlediğimde kafamda canlanan imaj çok daha uygundu o sese. 502lerinin sonunda, country / blues karışımı, uzamış sakallı ama gençliğinde yakışıklı olduğu her halinden belli olan, engin hayat görüşlü bir Robert Pattinson'du benim beklentim...
Hayal kırıklığı bu olsa gerek...

150 Kontör...

O bu değil de türksel 150 kontör 32 TL imiş. Allah'ım kabus gibi o.o
Bir kere daha telefon kullanmaktan neden nefret ettiğimi anladım...

Kendimle Yürüyüş...

Bu gün kendimle yürüyüş yaptım.

Yüzyıllar olmuş sanki kendi kendime takılmayalı. Gerçi tuhaf oldu böyle deyince de, sanki sürekli etrafta peşimde ordularla geziniyormuşum gibi. Halbüsü yok, paso yanlız takılıyorum zaten. Ama bu bir başkaydı sanki, tek başıma yürüyüş yapmak gibi değildi, yanlız başıma yürümedim bu gün. Kendimle yürüdüm. Sanki benden bir tane daha vardı da birlikte deniz kıyısına uzandık bu gün. Değişikti.
Kendin pişir kendin ye tadında kendim sorup kendim cevapladım. Kendim anlatıp kendime ağladım, sonra tutup kendime kızdım gene. Evet oradan bakınca delilik alameti gibi görünüyor olabilir, ama arada yapmak lazım bunu. Her ne kadar delilik alametine benzese de aslında delirmemek için bir yol bu kanımca.

Başımıza gelen her türlü olayda - belada - cinslikte sürekli başkalarının fikirlerine ihtiyaç duyuyoruz. Olan biteni en ufak ayrıntısına kadar anlatıp yorum dileniyoruz. Zaten onlar da dünden hazırlar engin bilgilerine dayanan nadide yorumlarını sunmaya ya, başlıyorlar ders vermeye. Bu yorumlar seni beni anlayan cinsten olmuyorlar ama malesef, malum herkesin derdi kendine, ne bilsin adam senin içinde ne yaşadığını, o yorumlasın kafi onun için - şahsen ben beni anlayanına daha rastlamadım. Yorumlayan halden anlamadığı için bu yorumlar genelde azarlama tadında oluyor, biz de "vay ben ne yapmışım? ulan amma da rezilmişim, yazıklar olsun bana." demek suretiyle kendimizi azarlıyoruz. Hayır zaten an itibariyle dış mihraklar tarafından azarı yemişsin, daha ne kendinin üstüne varıyorsun değil mi ? Yok düşene kendin de olsa bir tekme de sen vuracaksın, vurmazsan ayıplarlar.
Daha da ilginç olan şey şu ki, o gün nacizane fikirlerini aldığımız şahıslar bir süre sonra bizim kapımızı aşındırıyorlar yorum / fikir arzularıyla. Eee insanlık öldü mü, biz de oturup dinleyip azarı basıyoruz onlara, bir süre önce bizim kuyruğumuzun başına gelen gibi, onlarınki de bacak arasına sıkışıyor ve şahıslar o vaziyette geldikleri gibi gidiyorlar. Bu doğal döngü, dinamik denge. Buraya kadar bir yanlış yok, değil mi ?
Var.
Çünkü akla şahane ötesi bir soru getiriyor bu durum.
Elin adamına gidip akıl alıyoruz sanki biz salakmışız gibi. Ama salak değiliz ki o da gelip bizden fikir alıyor.
Akıl aldığımız konu bizimle, hayatımızla ilgili. Fikir veriyoruz ki çok şükür akıl sağlığımız yerinde.
Peki bizim kendi hayatımızla ilgili olan bir konuda, akıl sağlığı başkalarına akıl verebilecek düzeyde iyi olan kendimize neden hiç sormuyoruz ?
Neden kendi fikirlerimizi böylesine önemsiz görüyoruz ? Neden kendimizi fikrini almanın bile gereksiz olduğu dış kapının dış mandalı olarak görüyoruz ?
Ya evet... Bunu yapıyoruz. Kendimize hiç sormuyoruz malesef. Bu sürekli kendimizle birlikte olduğumuzdan mı ileri geliyor yoksa "başkaları objektif olur" mantığından mı bilemiyorum. Ama kendimiz pek sallamıyoruz açıkçası.
Kendine sormak burnunun dikine gitmek değildir.
Ve kendimize objektif olabiliriz.

Uzun zamandır aldığım hiçbir kararı kendim almadığımı farkettim. Hep birileri karar verdi benim yerime, ben uyguladım. Ve bundan hiç gocunmadım, onların düşüncelerinin mantıklı olduğunu, haklı olduklarını, beni düşünerek konuştuklarını vs vs idda ederek üzerinde düşünmeye gerek bile görmedim.
Evet bunlar doğruydu belki. Belki iyiliğimi istediler, belki benim mutlu olmamı, belki benim için en iyisini...
Kim benim iyiliğimi benden daha çok isteyebilir ki ? Kim benim nasıl daha mutlu olabileceğimi bilebilir ? Kim benim gerçekten ne istediğim hakkında fikir sahibi olabilir ?
Evet, bunlar uzuuuun bir süre önce kendime sormam gereken sorulardı. Yaş olmuş 23... Ben 15 yaşında kendi kararlarımı kendim verirdim. Kendime sormam gerektiğini bilirdim...

Yaa işte bu gün de böyle tuhaf felsefik psikoloik demogojik şeylerle geldim sevgili blog :3
Kendimle yürüyüş yapmak böyle bir şeydi işte... Nerelerden alıp nerelere götürdü beni.

Sık sık yapılması gereken şeyler listesine "kendimle yürüyüş yapmak" maddesini ekleyiniz efenim. Ricalarla... =D

Pazar, Ocak 17, 2010

Zamanı Geri Almak...

"biliyorum, biliyorum ama anlayamıyorum." dedi genç kız, yüzüne düşen bal rengi saçlarını hafif bir baş hareketiyle savuştururken. "mantığım almıyor bütün bunları. nasıl oluyor da bir parçacık sınır hıza yani ışık hızına ulaşmışken bizim bildiğimiz anlamdaki zaman onun için duruyor ? bu teoriye görezamanı durdurabilmek için ışık hızına ulaşıp maksimum enerji minimum kütleye sahip olmam mı lazım ? peki ya zamanı nasıl geri alacağım ? kütle skaler bir büyüklüktür, asla negatif olmaz, sınır hızdayken enerjiyi düşürmem de yanlızca kütlemin artmasına neden olur... "
"evet." dedi yaşlı ve bilge adam. "bu yüzden zamanı asla geri alamazsın. yaptıklarının sonucuna her zaman katlanmaya mecbursun."

Cumartesi, Ocak 16, 2010

Cake - Comfort Eagle (Building a Religion)

(bkz : sözlerini de yazayım tam olsun)

we are building a religion
we are building it bigger
we are widening the corridors and adding more lanes
we are building a religion
a limited edition
we are now accepting callers for these pendant keychains
to resist it is useless
it is useless to resist it
his cigarratte is burning but he never seems to ash
he is grooming his poodle
he is living comfort eagle
you can meet at his location but you'd better come with cash
now his hat is on backwards. he can show you his tattoos
he is in the music buisness he is calling you dude

now today is tomorrow and tomorrow today
and yesterday is weaving in and out.

and the fluffy white lines, that the airplane leaves behind
are drifting right in front of the waining of the moon
he is handling the money, he's serving the food
he knows about your party, he is calling you dude

now, do you believe in the one big sign?
the double wide shine on the boot hills of your prime
doesn't matter if you're skinny. doesn't matter if you're fat
you can dress up like a sultan in your onion-head hat

we are bulding a religion, we are making a brand
we're the only ones to turn to when your castles turn to sand
take a bite of this apple, mr. corporate events
take a walk through the jungle of cardboard shanties and tents
some people drink pepsi, some people drink coke.
the wacky morning dj says democracy's a joke

he says now, do you believe in the one big song?
he's now accepting callers who would like to sing along
he says, do you believe in the one true edge?
by fastening your saftey belts and stepping towards the ledge

he is handling the money, he is serving the food
he is now accepting callers. he is calling me dude

do you believe in the one big sign?
the double wide shine on the boot hills of your prime.
there's no need to ask directions if you ever lose your mind
we're behind you, we're behind you
and let us please remind you
we can send a car to find you
if you ever lose your way

we are bulding a religion.

we are bulding it bigger.

we are building. a religion

a limited edition

we are now accepting callers. for these beautiful. pendant keychains

Niye acaba ? o.0

Cake - Comfort Eagle (Building a Religion)

Evet, Cake'e sardım bu aralar, niye bilmem. Şaka maka niye olduğunu bilmediğim pek çok şey yapıyorum sanki, ne bileyim doktora gittim mesela bu gün. Eve gelip 8 saat uyudum, sabah 4'te cin gibi kalktım. Kilo vermeye falan çalışıyorum, sigara bırakma çabaları... Niye acaba ? Ne kilom fazla ne sigarayla derdim var, ne doktoru özledim ne de uyumazsam ölüyorum. Böyle söyleyince de tuhaf şeyler yapıyormuşum gibi geliyor kulağa, acaba bir tek bana mı öyle geliyor ? o.0

O bu değil de, suratımda kist varmış o.o Öyle acayip şey mi olur lan ? diyemedim tabi bin yıllık tahsilden sonra karşıma doktor olarak gelmiş şeker mi şeker hatuna. Ama acayip değil mi ? İnsanın suratında kist mi olur lan ? Kimseden duymadım böyle bir şey, gelir de beni mi bulur ? o.0

Türlü çeşit soru sordum doktora. Dayanamadı ;
"- Okuyor musun ?" dedi gözünü dikip.
"- Eeth" dedim.
"- Kaçıncı sınıftasın ? Nerde okuyorsun ?" dedi.
"- Hacettepedeyim, fizik mühendisliğinde. 1.5 tan 2 sayılır." dedim hafiften utanarak - niyeyse (aha sebebini bilmediğim bir şey daha!)
"- Git ders çalış biraz. Bunalıma girmişsin sen, yüzünü gözünü incelemeye başlamışsın." dedi. Demek ki bunalımda olduğumu anlamak için psikiyatrist olmaya gerek yok, dermatologlar da anlayabiliyor bunu.
"- o.o" dedim istemsizce. o.o .

Haklı mı ki acaba ? Son 2 haftadır ders çalışmak dışında pek kaale alınacak bir şey yapmadım gerçi. Kafayı yüzümle gözümle mi bozdum acaba ? Bana sanki pek yeni bir şey değilmiş gibi geliyor ama... Neyse...

Sali gününden sonra düzelirim. Şu matematiği verdikten sonra şahane bile olurum lan.

Hiç içimden gelmiyor çalışmak bu gün. Resmen oyalanıyorum burda. O masa o kadar sinir bozucu geliyor ki gözüme. Büyüdü biraz sanki şu ara, bir de karanlıklaştı. Ukala ukala çağırıyor bir de beni. Terbiyesiz.

Çalışmak lazım galiba. Integral, dizi seri falan. Soru çözmek lazım.

Lazım... Niye acaba ? o.0


P.S : Cake'le bir alıp veremedğim yok. We're building a religion here... o.o

Perşembe, Ocak 14, 2010

Düşler ve Mikado



Credits : Sky | Tree | Foreground | Birds



* Düşmüşsün aslında, düşmüşüz aslında... Birer rüyadan ibatermişiz meğersem düştüğümüz her anda...

* Düşünürken düşmek mi daha kötüdür, yoksa düşlerken düşünememek mi ?

* Düşlediğim her anda düştüm ben bebek, çok sert hem de...

Mikado'nun gelişi hiç iyi gelmedi bana... Özlemişim özlemesine de, insan her zaman kendisi için iyi olanı özlemiyor maalesef.

Keşke bir akşam bende diyebilsem kendi kendime "düşünme !" diye... Kim anlamış ki ben anlayacağım acaba böyle...

Çarşamba, Ocak 13, 2010

Belki de zaten ben...

Yani belki de sorun telefonda değildir. Belki sorun bendedir.
Belki ben her şeyden bunalıyorumdur, ne bileyim bıkmışımdır falan herkesten, her şeylerden. Böyle feci alıp başımı gidesim vardır, yeni ufuklara yelken mi açsam nedir ? Nasıl yapsam bilememişimdir belki.

Zaten telefonum var da ne oluyor... Bir halta yaradığı yok...

Zaten final haftasındayız... Beynimin eridiğini hissetmekteyim, hani mazallah olan da akacak diye aklım çıkıyor...

Zaten uykum var, sabahın kör vaktinden beri ayaktayım... Kargalarla birlikte kahvaltı etmişim, onlar lak lak ederken ders çalışmışım zaten...

Bu zaten kelimesi nefis bir icat. Benim gibi bahane manyağı olanlar için birebir. Zaten her şey zaten değil mi ?...

Belki de zaten ben hep böyleymişimdir, daha anca bulmuşumdur kendimi böylecene...

Telefon...

Telefonla konuşmaktan niye bu kadar nefret ettiğimi çok düşünüyorum bu aralar. Amaçsız, anlamsız, gereksiz ve hatta zarar ziyan bir eylemmiş gibi geliyor telefonla konuşmak sanki. Kusacak kadar tiksiniyorum telefonlardan. Sesini duyunca kaşıntı geliyor - alerji olabilir kanımca. Ev telefonundan tut iPhone'a kadar topuna bela okuyorum yatıp kalkıp. Tasarlayanına, kontrol edenine, üretenine, dağıtanına, satın alıp civarıma getirenine...
Hayır en kötüsü, kimi insanlarda telefon olayı bağımlılığa dönüşmüş. Dakikada 5 sayfa sms yazandan Facebook'ta durumunu telefonla değiştirene kadar her çeşit mevcut. Facebook'la yada diğer zımbırtılarla bir alıp veremediğim yok, internet başıma gelen en güzel şey. Ama arkadaşlar yapmayın, bakın hastalık bu... Hakkaten hastalık...

Birii gelse şu telefonlarımı toplayıp götürse... Kırsa, yaksa, bilimum işkence edip ortadan kaldırsa... Kahraman muamelesi yapacağım kendisine, kurtarıcı. Telefon faturalarına vereceğim parayı biriktirip, okul yaptırıp adını vereceğim o okula...

Hayır teknoloji karşıtı değilim, telefon karşıtıyım sadece...

Cuma, Ocak 08, 2010

Mikado...

Yüzüne bakamadım... Öylece utandım kaldım karşısında...

" Kaç yıl oldu ?" dedi gözleriyle. Gözlerim sustular suçlarını bilip. Cevap veremediler.

Öylece ezildim kaldım... Bilemedim ne diyeceğimi. Ne cevap verilir, nasıl söylenir bilemedim...

" Neden hiç aramadın beni ? Bir anda çıkıp gittim senden, neden merak etmedin hiç ?" dedi gözleri yine. Bilirim, hiç konuşmaz, sadece bakar o...

Ayrıca merak ettim, etmez olur muyum ? Kim merak etmez ki bir parçası bir anda çekip gidince... Kayıverince hayatından bir anda... Kim etmez ki ?

" Çok şaşırdın şimdi burda olduğuma ?" kötü kötü gülümsedi gözleri, beni daha da çok şaşırtarak. O kötü kötü gülümsemezdi önceden, kötü kötü gülümsemeyi bilmezdi ki. İlk defa bunca zaman nerede olduğunu gerçekten merak ettim o kötü kötü gülümsemeyi görünce...

" Döndüm." dedi bu kez, yere dikmiş olduğum gözlerimin içine bakarak.

Onu bu kadar özlediğimi hiç bilmiyordum şu ana kadar. İçimdeki huzursuzluğun kaynağının geri dönmesinin beni mutlu edebileceğini hiç düşünmemiştim...

Başımı kaldırdım utanmaz gibi. " Hoş döndün, Mikado." dedim, bunca yıldan sonra içime yeniden yerleşen huzursuzlukla...
Related Posts with Thumbnails