Pazar, Mayıs 12, 2013

İç sıkıntısının elleri


Elini kolunu nereye koyacağını bilememenin verdiği iç sıkıntısı ancak çok önemli sınavlardan önce olur, çok önemli sınavlardan önce de insanın elini kolunu nereye koyacağını bilememesi şu an konumuzun dışında. Konumuzun içindeyse bu manasız ve ansızın gelebilen iç sıkıntısı var, bir de bu iç sıkıntısıyla nasıl baş edeceğini bilemeyen Haldun.

Haldun 32 yaşında, kimilerine göre hayatının baharında, kimilerine göre yarı yolda. Aslında nerede olduğuna dair bu fikirlerin hiçbiri Haldun’un umruda değil, onun daha ciddi karın ağrıları var. Tırnaklarını artık dipten kesiyor, yiyecek tırnağı olmadığı için burnunu kaşımayı huy edindi, burun kenarları hep yara. Onunla ilgilenen bir kadın olsaydı oralara krem sürmesini söylerdi, Haldun kadını dinler miydi bilemeyiz. Kadının Haldun’la ilgilenmesi Haldun’un da kadınla ilgileneceği anlamına gelmiyor sonuçta, ki ilgilense bile önerdiklerini uygulama olasılığı pek yok. Ama bir kadının Haldun’la ilgilenmesi iyi olabilirdi, en azından bazı hormonları daha dengeli kalabilirdi. Belki akşamları eve gittiğinde önceki günden kalma lahmacunu ısıtmak yerine ev yemeği yiyebilirdi, ya da haftada bir banyosunu sararmamış bir küvette yapabilirdi. Olasılıklar üzerine düşünmeyi pek sevmiyor gerçi Haldun, iç sıkıntısını önemli düzeyde arttıran haller bunlar, iç sıkıntısı arttıkça kendini nereye koyacağını bilemiyor. Koltuğunun altında gazetesi, cebinde sigarası, deniz kenarında bir masaya oturup bir çay içebilmek için neler vermezdi, ama çay midesini ağrıtıyor, sigara astımını azdırıyor, gazetede yazan haberler gece uykularını kaçırıyor.

Boylu poslu, kapı gibi dedikleri cinsten bir adam, iri mavi gözleri annesine çekmiş Haldun’un. İki güne bir traş ettiği sakalları saçları gibi simsiyah, az uzayınca kıvırcıklaşıyor. Dışarıdan bakıldığında bekarlığının tadını çıkarıyor, üstelik yakışıklı, üstelik işi var gücü var, üstelik saygılı, efendi. İçeride Haldun’un boğazına bir şeyler düğümlenmiş, nefesi sürekli daralıyor, duvarlar üzerine üzerine geliyor. Aynaya yalnızca traş olurken bakıyor, traşı yalnızca patronu istediği için oluyor, içinin sıkıntısıyla kendini nereye koyacağını bilmiyor. Bir kadın Haldun’la ilgilenseydi her şey çok daha farklı olabilirdi, artık evlenip çoluk çocuğa karışması gerektiğini söyleyen mahallenin babacan bakkalı da yardımcı olmuyor, Haldun bakkalın bu arsız ilgisinden bunalıyor. Aslında alt katında oturan ev sahibinin yeni boşanmış kızı Haldun’la ilgilense her şey çok farklı olabilirdi, ama ilgilenmiyor. Haldun ne yapacağını bilmiyor, geçenlerde kirayı verme bahanesiyle evlerine çay içmeye bile gitti, ama kadın yüzüne bakmıyor. Haldun eve gidiyor ve ayakkabılığın aynasını kırıyor, kendi yüzüne bakmaya dayanamıyor.

Uzun zamandır bir hayali var oysa ki, bir dağ evine yerleşmek istiyor. Yanına güzel bir kurt köpeği alıp içini sıkan her şeyden uzaklaşmak istiyor. Ama gidemez Haldun, çünkü nefesi daralıyor, ölüm korkusu o kadar güçlü ki nefret ettiği insanların yanında yaşama bağlı kalıyor. Tek başına duramıyor Haldun, tırnaklarını dipten kesiyor, bu şekilde yaşayamıyor. Yaşı 32 olmuş, babacan bakkalın dışında kimsesi kalmamış, yeni boşanmış kadınlardan bile ilgi görmüyor.

Aslında o kadar büyütülecek bir şey değildi ama Haldun öyle görmüyor. Altı üstü bir şakaydı, kadın kim bilir kaç adama söylemişti bu sözü, ama Haldun sindiremedi işte. Geneleve gitmeyi zaten kendine yediremiyor, bu yüzden altı yedi ayda bir gidiyor, gittiğinde de işi on dakika bile sürmüyor. Ama bu defa işe başlayamadı Haldun, kadın da böyle bir erkek güzelinin iktidarsızlığına kayıtsız kalamadı, önce kahkahayı bastı, sonra lafını yapıştırdı. İçi çok sıkılıyor Haldun’un, kadın bunu bilemezdi, ama anlatmaya çalıştığında dinleyebilirdi en azından. Parasını peşin öder hep Haldun, kadınlar da paralarını aldıktan sonra işin ne kadar sürdüğüne bakmazlar. En azından dinleyebilirdi kadın, parası cebindeydi sonuçta. Yine de çok önemli değildi, ama Haldun öyle düşünmüyor. Kadın Haldun’la birazcık ilgilense her şey çok farklı olabilirdi, belki şu an ölü olmazdı mesela, defalarca yumruklandıktan sonra boynu kırılmamış olurdu belki, bir sonraki müşterisine hazırlanmak için ayna karşısına geçerdi yeniden.

Hapishane çok sıkıcı, çok bunaltıcı. Duvarlar insanın üstünden geçiyor artık, geceleri nefes alamıyor Haldun. Tırnaklarını artık dipten kesemiyor, koğuşta alay ediyorlar “kız gibi” tırnak kemirmesiyle. Ellerini kucağına indiriyor, sonra iki yanına koyuyor. Elini kolunu nereye koyacağını bilmiyor Haldun, içi çok sıkılıyor.


"- İnsanların çıldırma haklarını onlara bırakınız."


4 yorum:

Adsız dedi ki...

Haldun kimden canlandı bilinmez ama Haldun olmaya bir kalmış bir ada'mın sıklaşan ve sığlaşan solukları, sancıyan ciğerleri ve sürekli ağrıyan midesine demir bir yumruk gibi gelen bir hikaye olmuş. Bu dünya, bu hayat, insanın özünden mi gerçekten, sıkıntı, keder sabiti mi bu varlığın hakikatten? Bazı anlar var ki, işte tam o anlarda düşünüyorum da Matrix bile çok daha sağlam bir sebep sunuyor sanki insana.

Unknown dedi ki...

öncelikle merhaba,
bu yazıya bir yorum borçluyum. haldun tabiki isime takılma, o bir iç ses te değil, dışarıdan gelen bir çığlık. insanlar doğduğu andan öldüğü an'a kadar bir çığlığın içinde yaşarlar gibi geliyor bana. bir kısmı içinden gelen sesi duymayı başarırlar ve edebiyatla konuşur, bazen kalemin ucu biter bazen kağıdın boş kısmı; çok az insan ise içinden gelen sesle birlikte o çığlığa ramen başka insanların çığlıklarını da duymayı başarır ve sanat konuşur, kaleminin ucu da bitse kağıdı da kopmamıştır kendi gerçekleri dışındaki gerçeklerden. haldun ise sadece bir örnek, bu sofrada yediğim yemek ise dünyanın bir yerinde gerçekten çevredeki çığlık ve haykırışları dinleyen birilerinin olduğunu anlamamdı. saol sanatçı emeğine sağlık.

ebru dedi ki...

Ne desem bilemedim

isif69 dedi ki...

Bence çelişki var. Depresıv bır adam başarız bir hayatla başladı hikaye. Devam ederken sadece depresiv bir adam kaldı.

Related Posts with Thumbnails