Elini kolunu nereye koyacağını
bilememenin verdiği iç sıkıntısı ancak çok önemli sınavlardan önce olur, çok
önemli sınavlardan önce de insanın elini kolunu nereye koyacağını bilememesi şu
an konumuzun dışında. Konumuzun içindeyse bu manasız ve ansızın gelebilen iç
sıkıntısı var, bir de bu iç sıkıntısıyla nasıl baş edeceğini bilemeyen Haldun.
Haldun 32 yaşında, kimilerine
göre hayatının baharında, kimilerine göre yarı yolda. Aslında nerede olduğuna
dair bu fikirlerin hiçbiri Haldun’un umruda değil, onun daha ciddi karın
ağrıları var. Tırnaklarını artık dipten kesiyor, yiyecek tırnağı olmadığı için
burnunu kaşımayı huy edindi, burun kenarları hep yara. Onunla ilgilenen bir
kadın olsaydı oralara krem sürmesini söylerdi, Haldun kadını dinler miydi
bilemeyiz. Kadının Haldun’la ilgilenmesi Haldun’un da kadınla ilgileneceği
anlamına gelmiyor sonuçta, ki ilgilense bile önerdiklerini uygulama olasılığı
pek yok. Ama bir kadının Haldun’la ilgilenmesi iyi olabilirdi, en azından bazı
hormonları daha dengeli kalabilirdi. Belki akşamları eve gittiğinde önceki
günden kalma lahmacunu ısıtmak yerine ev yemeği yiyebilirdi, ya da haftada bir
banyosunu sararmamış bir küvette yapabilirdi. Olasılıklar üzerine düşünmeyi pek
sevmiyor gerçi Haldun, iç sıkıntısını önemli düzeyde arttıran haller bunlar, iç
sıkıntısı arttıkça kendini nereye koyacağını bilemiyor. Koltuğunun altında
gazetesi, cebinde sigarası, deniz kenarında bir masaya oturup bir çay içebilmek
için neler vermezdi, ama çay midesini ağrıtıyor, sigara astımını azdırıyor, gazetede
yazan haberler gece uykularını kaçırıyor.
Boylu poslu, kapı gibi dedikleri
cinsten bir adam, iri mavi gözleri annesine çekmiş Haldun’un. İki güne bir traş
ettiği sakalları saçları gibi simsiyah, az uzayınca kıvırcıklaşıyor. Dışarıdan
bakıldığında bekarlığının tadını çıkarıyor, üstelik yakışıklı, üstelik işi var
gücü var, üstelik saygılı, efendi. İçeride Haldun’un boğazına bir şeyler
düğümlenmiş, nefesi sürekli daralıyor, duvarlar üzerine üzerine geliyor. Aynaya
yalnızca traş olurken bakıyor, traşı yalnızca patronu istediği için oluyor,
içinin sıkıntısıyla kendini nereye koyacağını bilmiyor. Bir kadın Haldun’la
ilgilenseydi her şey çok daha farklı olabilirdi, artık evlenip çoluk çocuğa
karışması gerektiğini söyleyen mahallenin babacan bakkalı da yardımcı olmuyor,
Haldun bakkalın bu arsız ilgisinden bunalıyor. Aslında alt katında oturan ev
sahibinin yeni boşanmış kızı Haldun’la ilgilense her şey çok farklı olabilirdi,
ama ilgilenmiyor. Haldun ne yapacağını bilmiyor, geçenlerde kirayı verme
bahanesiyle evlerine çay içmeye bile gitti, ama kadın yüzüne bakmıyor. Haldun
eve gidiyor ve ayakkabılığın aynasını kırıyor, kendi yüzüne bakmaya
dayanamıyor.
Uzun zamandır bir hayali var oysa
ki, bir dağ evine yerleşmek istiyor. Yanına güzel bir kurt köpeği alıp içini
sıkan her şeyden uzaklaşmak istiyor. Ama gidemez Haldun, çünkü nefesi
daralıyor, ölüm korkusu o kadar güçlü ki nefret ettiği insanların yanında
yaşama bağlı kalıyor. Tek başına duramıyor Haldun, tırnaklarını dipten kesiyor,
bu şekilde yaşayamıyor. Yaşı 32 olmuş, babacan bakkalın dışında kimsesi
kalmamış, yeni boşanmış kadınlardan bile ilgi görmüyor.
Aslında o kadar büyütülecek bir
şey değildi ama Haldun öyle görmüyor. Altı üstü bir şakaydı, kadın kim bilir
kaç adama söylemişti bu sözü, ama Haldun sindiremedi işte. Geneleve gitmeyi
zaten kendine yediremiyor, bu yüzden altı yedi ayda bir gidiyor, gittiğinde de
işi on dakika bile sürmüyor. Ama bu defa işe başlayamadı Haldun, kadın da böyle
bir erkek güzelinin iktidarsızlığına kayıtsız kalamadı, önce kahkahayı bastı,
sonra lafını yapıştırdı. İçi çok sıkılıyor Haldun’un, kadın bunu bilemezdi, ama
anlatmaya çalıştığında dinleyebilirdi en azından. Parasını peşin öder hep
Haldun, kadınlar da paralarını aldıktan sonra işin ne kadar sürdüğüne
bakmazlar. En azından dinleyebilirdi kadın, parası cebindeydi sonuçta. Yine de
çok önemli değildi, ama Haldun öyle düşünmüyor. Kadın Haldun’la birazcık
ilgilense her şey çok farklı olabilirdi, belki şu an ölü olmazdı mesela,
defalarca yumruklandıktan sonra boynu kırılmamış olurdu belki, bir sonraki
müşterisine hazırlanmak için ayna karşısına geçerdi yeniden.
Hapishane çok sıkıcı, çok
bunaltıcı. Duvarlar insanın üstünden geçiyor artık, geceleri nefes alamıyor
Haldun. Tırnaklarını artık dipten kesemiyor, koğuşta alay ediyorlar “kız gibi”
tırnak kemirmesiyle. Ellerini kucağına indiriyor, sonra iki yanına koyuyor.
Elini kolunu nereye koyacağını bilmiyor Haldun, içi çok sıkılıyor.
4 yorum:
Haldun kimden canlandı bilinmez ama Haldun olmaya bir kalmış bir ada'mın sıklaşan ve sığlaşan solukları, sancıyan ciğerleri ve sürekli ağrıyan midesine demir bir yumruk gibi gelen bir hikaye olmuş. Bu dünya, bu hayat, insanın özünden mi gerçekten, sıkıntı, keder sabiti mi bu varlığın hakikatten? Bazı anlar var ki, işte tam o anlarda düşünüyorum da Matrix bile çok daha sağlam bir sebep sunuyor sanki insana.
öncelikle merhaba,
bu yazıya bir yorum borçluyum. haldun tabiki isime takılma, o bir iç ses te değil, dışarıdan gelen bir çığlık. insanlar doğduğu andan öldüğü an'a kadar bir çığlığın içinde yaşarlar gibi geliyor bana. bir kısmı içinden gelen sesi duymayı başarırlar ve edebiyatla konuşur, bazen kalemin ucu biter bazen kağıdın boş kısmı; çok az insan ise içinden gelen sesle birlikte o çığlığa ramen başka insanların çığlıklarını da duymayı başarır ve sanat konuşur, kaleminin ucu da bitse kağıdı da kopmamıştır kendi gerçekleri dışındaki gerçeklerden. haldun ise sadece bir örnek, bu sofrada yediğim yemek ise dünyanın bir yerinde gerçekten çevredeki çığlık ve haykırışları dinleyen birilerinin olduğunu anlamamdı. saol sanatçı emeğine sağlık.
Ne desem bilemedim
Bence çelişki var. Depresıv bır adam başarız bir hayatla başladı hikaye. Devam ederken sadece depresiv bir adam kaldı.
Yorum Gönder