Cumartesi, Ekim 22, 2011

bir ilişkinin lobotomisi...



Öncelikle bunu bilmenizde fayda var sanırım, iç sıkıntısını dışarı vurma yöntemleri çok yaratıcıydı. Davranışlarını özenle seçerdi, bu sayede onun iç sıkıntısını birinci elden göğsünüzün içinde kalbinizin derinliklerinde hissederdiniz. Yaşadığı hayattan nasıl bunaldığını anlatırken kelimelere ihtiyaç duymaması kıskanılacak bir özelliğiydi, ona baktığınız anda bunu rahatlıkla anlayabiliyordunuz, zira görüntüsü buhranlarını hayasızca ele veriyordu. Buna rağmen ben ona bakmakta hiçbir beis görmüyordum, elimden gelse kendisini özenle bir vitrine yerleştirip, karşısındaki deri koltukta saatlerce şarap yudumlayabilirdim. Ancak aklım yerine geldiğinden beri vitrinlere karşıydım ve şarabın kokusu bile midemi bulandırıyordu.

Onu anlamadığımı söyleseydim birlikte geçirdiğimiz zamana haksızlık etmiş olurdum, bu yüzden bunu asla kelimelere dökmeye çalışmadım. Onun yerine bu süreyi onu anlamaya uğraşmakla değerlendirdim, ancak sizin de açıkça görebildiğiniz gibi bu uğraş hak ettiği değeri görmedi. Paha biçilemez olmak gibi bir idealim yoktu gerçi, yine de piyasa fiyatının biraz üzerinde olmak gururumu okşayabilirdi. Hesaba katmadığım şey onun kendi içinde kaybolduğu şu dehlizlerdi ve bir insan kendi içindeki dehlizlerde kaybolmayagörsün, kimseyi gerçekten isteyerek okşayamaz.

Üç aşağı beş yukarı benzer yaratılışlara sahip olduğumuzu düşünmüştüm – ki sadece bu örneğe bile bakarak neden filozof olamayacağımı anlayabilirsiniz. Elimde olmadan anlamlar yüklüyordum ona, hem de eşek yüküyle, ardından da bu anlamlara dayanarak çeşitli asılsız çıkarımlarda bulunuyordum  –ki sadece bu örnekten yola çıkarak benden neden sosyolog olamayacağını da anlayabilirsiniz. Aklını okumak gibi bir amacım yoktu, sadece ne hissettiğini anlamak için yeterince kendimi paralarsam başarılı olabileceğimi umuyordum –ki bu örnek bile benim neden psikolog olamayacağımı anlatmak için yeterlidir. Yaşanmışlıklar gün geçtikçe tozlanıyordu hafızamda ve hafızamın tozunu almaya niyetlendiğim her an, gerçekler biraz daha karmaşıklaşıyordu – umarım bu örnekte benim neden tarihçi olamayacağımı da anlamışsınızdır. Her şey sizin beni daha iyi anlayabilmeniz için.

Gitmek istediğini söylediğinde ona karşı çıkmadım, şimdi geriye baktığımda keşke kabul etmeseymişim diyorum. Ama keşkelerle yaşanmaz, yani en azından bizlere öğretilen budur. Onu durdurmak yerine çantasını hazırlamayı teklif ettim, tek isteğim onun için bir şeyler daha yapabilmekti. Fakat söylediğim gibi, o hali hazırda kendi içinin sıkıntısında hüzünlü duşlar alıyordu, hala duşta olan birine havlu tutmak kadar anlamsızdı bu teklifim. O da böyle düşünmüş olacak ki, olanca edepsizliğiyle reddetti beni. Tuhaf bir biçimde, aldırmadım bu tepkisine. Kindar biri değildim, daha önce aldığım bir intikam yoktu ama bu işi bilenlerden duyduğuma göre bu soğuk yenen bir yemekti. Ve inanın, piyasa fiyatının altında satışa sunulmak her mal için bir intikam sebebi olabilir.

Ayrılık günü gelip çatana kadar her şey planladığı gibi gitmişti. Size söyledim mi bilmem, kendisini boğan onca karanlığın içinde bile her zaman hazır ve planlı olmasıyla ünlenivermişti, bugün bile beni şaşırtan bir başarıdır bu. Vedalaşmak için yanına gittiğimde benden son bir sigara istedi, ben de son sigaramı çıkarıp ona uzattım. İki kişi toplasan bir sigara ancak ettiğimizi gördüğünde hüzünlendi, bu ani hüznü benim dünyama güneşin kendi içine çökmesi olarak yansıdı her zamanki gibi. Ona ne kadar kırgın olsam da güneşsiz yapamazdım, zaten güneşsiz kimse yapamaz, bilirsiniz. En yakındaki markete gidip sigara alacağımı ve ben gelmeden asla gitmemesini rica ettim, söz verdi. Size bahsetmeyi unutmuş olabilirim, bunca zaman boyunca benim için yaptığı tek şey bana verdiği sözleri tutması olmuştu ve bu defa da farklı olmayacağını sadece içimdeki ses değil onun gözleri de söylüyordu. Çıkarken çabuk gelmemi söyledi, aksi takdirde geç kalacaktı, vakur ancak sevimli bir ses tonuyla merak etmemesini söyledim. Kapıyı kapatırken son bir gülücük gönderdim ona, son derece karanlık bir bakışla karşılık verdi ve evden çıktım. Bir daha da geri dönmedim.




Çarşamba, Ekim 05, 2011

bir gecenin tükenmesi...


Ben senden bir şey beklemedim, sen de bana bir şey vermedin zaten. Elimde bin yıllık bozuk bir telsizle metrelerce karın altından sana yardım sinyalleri göndermem anlamsızdı, senin telefonun teknolojinin geldiği son noktayı çoktan geçmişti çünkü. Senin sörf yaptığın bir internet vardı, ben Kuzey Buz Denizi’nde tecavüze uğruyordum, üstelik bu buz dağının sadece görünen kısmıydı.
Benim senden yana hiçbir beklentim yoktu, gerçekten. Sen de zahmet edip bir su getirmedin zaten. Halbuki Sahra Çölü’nün ortasında da değildim, sadece kendi içime çökmüştüm yine. Sen belki bilmiyorsun ama, benim içimde de kutup ayıları vardı. Bedevilikten çok uzak olmam önemli değildi, sen hep kutup ayılarının tarafındaydın zaten.
Hakikaten, ben beklentilerimi sıfıra indirmiştim. Bu senin de işine geldi zaten. Haklı davamın sonunda müebbet yedim ben, sen o sırada rakı masasında kim bilir kaçıncı yüzyılın adalet anlayışını tartışıyordun. Benim rakıya sözüm yoktu, rakının mideme garezi vardı sadece. Sen bu defa da rakının tarafını tuttun, ben de sabaha kadar mideme boşalttığın kurşunları kustum işte.
Hiçbir şey beklemiyordum ben, senin de istediğin buydu zaten. Ben oturmuş Babil Kulesi hakkında düşünüyordum her zamanki gibi, insanların ayrı dillerde konuşmalarını ayrı düşüncelere sahip olmaları şeklinde yorumluyordum. Sen ağzımdan çıkan sözcüklerden yaptığın kafese tıktın beni, üstelik kafes altından bile değildi. Birilerinin atası yine doğru söylemişti, söz ancak gümüş olabilirdi ve benimkiler o kadar bile iyi değillerdi.
Beklentinin kırıntısı bende mevcut değildi, sen de alacağını almıştın zaten. Muson yağmurlarının etkisi altındaydım ben, seninse kendini masaj salonlarına atman bir an sürmüştü. Hibakusha'lardan bahsederken beni dinlememeni anlayabilirdim her zaman, ama Nagasaki’ye benimle birlikte yerleşmek istememene kırılmıştım doğrusu. Kendimi bile kandırmıştım oysa ki, ben çoktan bir beklenti yumağına dönüşmüştüm, sense gitmeyi en başından kafana koymuştun zaten.

18.09.2011


Related Posts with Thumbnails