“- Görüşmeyeli ne çok olmuş,
neler yaptın bunca zamandır?” dedi.
Kendime yasaklar koydum, onlarca
binlerce yasak. Sonra mantar panomdan bir tane iğne alıp –rengini
hatırlayamıyorum- hepsini tek tek deldim. Kendi yasaklarımdaki deliklerin
üretim hatalarından kaynaklandığına karar verdim, hepsini kaldırıp çöpe atarken
artık kararlı biriydim. Bir sonraki kararım çöpe attığım yasaklarımın üzerine
sifonu çekmek oldu, ama üşendim. Bu kadar üşengeç biri olmasaydım, kararlarımın
hayal ürünleriyle olan ilişkisini tanımlayabilirdim, tanımlayamadım.
Gecelerce yargılardan bahsettim
kendime, yargılar üzerine konferanslar verdim kendime. Kendimi büyük bir dikkatle
dinledim, gerekli yerleri not aldım, daha gerekli yerlerin üzerlerini çizdim.
Sonra notları yazdığım kağıda alerjim olduğu ortaya çıktı, ölüm korkusu
yüzünden açıp o notları bir kere daha okuyamadım. Onun yerine odamın balkonuna
yığdım hepsini, gözümü kırpmadan cayır cayır yaktım, bu beni öldürmek
isteyenlere verdiğim tipik bir cezaydı zaten. Nefretle gözüm o kadar kararmamış
olsaydı, bu it soyları yanarken açığa çıkan gazların zavallı ciğerlerimi
mahvedeceğini fark edebilirdim, fark edemedim.
Geçmişle geleceği ayırmak için
bir duvar inşa etme planım vardı, hayata geçsin istedim. Ölçüleri aldım,
taslakları hazırladım, hesaplamaları yaptım, simülasyonları çizdim, inceledim, kullanacağım
malzemeleri seçip temin ettim, inşaata başladım. Asıl amacım her iki tarafı da
görerek bu duvarın üzerine yürüyebilmekti, bu yüzden yükseklik korkumu yenmemi
sağlaması için kadroya bir de terapist aldım. Terapist bana duvarın geçmiş
tarafına bir merdiven inşa etmemi önerdi, kabul etmeden duramadım. Geçmişin bir
okyanus olduğunu söyleyenleri biraz ciddiye almış olsaydım, ben merdiveni
kurarken arkamdan sinsice yaklaşıp beni bir hamlede yutan tsunamiyi öngörebilirdim,
yapamadım.
Otobiyografimi yazmak her zaman
yapmak istediğim bir şeydi, hazır vaktim varken ona da el atayım dedim. Beyaz
bir sayfa açtım, aldım elime kalemi, adımı soyadımı yazdım ve orada kaldım,
yazacak başka hiçbir şeyim yoktu. Otobiyografimi okumak, sindirmek ve ardından
kütüphanelerinin baş köşelerinde sonsuza dek özenle muhafaza etmek isteyen
kalabalığı düşünmek de heyecanlandırmadı beni, aksine henüz hiç yaşamamış
olduğumu fark etmenin verdiği acıyla kıvranıyordum. Hemen bir ağrı kesici
aramaya başladım, önüme gelen her çekmeceyi her dolabı giderek artan bir
umutsuzlukla açtım. Sonunda bulduğum yegane ilaç şişesinin üzerinde “Sadece
yetişkinler içindir.” yazan ibareyi okumuş olsaydım, belki o ilaçları büyük bir
şevkle yutmak yerine aldığım rafa geri koyabilirdim, koyamadım.
Ortalıkta olduğum sürece pek çok
kişinin ayağına dolandığımı anladığımda kendimi bir kutuya koydum, bir dolabın
en alt köşesine sakladım. Kutuda geçirdiğim zamanı yeni bir dünya kurarak
değerlendirmek istedim, bu dünyayı tek bir yerden ben yöneteyim istedim.
Yarattığım halklar benim himayemde birleşti, egemenliğimdeki topraklar benim
yönetimimde ürünler verdi. Halkıma vekil seçmeleri için izin verecek kadar
alçak gönüllüydüm, oluşturulan parlamento benimle bütünleşti. Ancak kutunun
içindeki kaynaklar sınırlıydı, bir süre sonra maaşım ödenmeyince kendi
yönetimimi protesto ettim. Kendime düzenlediğim ve başarıya ulaşan suikastın
sonunda daracık kutunun içinde bir anda patlak verecek anarşiyi öngörmüş
olsaydım, belki daha uzlaşmacı bir politika izleyebilirdim, izleyemedim.
“- Hiç, bildiğin gibi. Hep aynı şeyler işte.”
dedim.
1 yorum:
Ne yapsan beğeniyorum kuzen.
Yorum Gönder